|
||||||||||||||||||
|
GÜL’CE
CAHİT YEŞİLYURT (1952)
Gün ışığı adını öperek uyandırır badem ağaçlarını Her çiçek sana gözlerini açar gibidir Kuşlar bile diktiğin seher imâretini Sabah yelinin mahmûr saçlarında haşrolarak Kutsar gibidir Ve dolunay göğsünde taşıdığı için parmağının nadir kolyesini Baygın bir yüzle dolaşır mutlu zamanlar dilberi gibi Saçların karanlık geceler ayetidir Yüzünü gören der: Kutlu olsun sabahımız
Ne vakit haberlerini duysam Hoyrat ağızlardan Nutkum tutulur bakar kalırım Başını okşayarak büyüttüğün süreçlerin katına çıkar Barbar bir minvalde topallayan günlerim Ne güne dek yaban kapılarından toplayacağım O cânım andacım Adını çirkin bir akla bulayıp şölenlerde gezdiren Buzul dudaklarında solduranlardan inan ki Kıskanıyorum adını
Ne önemi var Hurdahaş hayatların mezadına bunca rağbetin Yadında çıkılır oysa göklerin emzirdiği bakir zamanlara Güller saçlarına sokulan mevsimlerin tortusudur Kızıl kıyamet bir efkâra teşne dudaklardır açılan Bulutların dudaklarından dökülen salavatlardır Bahar yağmurları Ki bahar Tâhâ veYâsîn donanmaları gibi Senin kamu âleme mâil rahîm gülüşündür
Senin biricik menziline yağan billûr saatlerin Benim hüsran bahçelerini savuran kadavrama hayat üflesin Tut ki sana dair sayfalar diye güvercinler Çocukluğumun sedef burçlarına tünesin Şol yüce cenahımızdan İhlâl edilmiş taptaze ummanların Cânlara cân taşıyan safası esip gelsin Kederden yüzleri görülmeyenlerin Yumuşasın tenleri gönülleri kamaşsın Arş’a kök salan o kutlu başın Şöyle bir dönüp yönelsin semtimize Ha sen gülmüşsün bir an Ha kardan bir kıyamet kopmuş üstümüze Ha köklerin melekûtuna tutunmuş melûl yakarışlarımız Ha sen “amin”lerle geçmişsin Düşlerimizin saydam ovalarından.
Yıldızların cümbüşü kurcalayan izzetli parmakları Şöyle değiversin diye sularına Yanyana bekleşirlerdi kalpleri çarparak kadınlar ve çocuklar Göklerin taze ilgisiyle baygın sularla Abdest alsınlar diye seçkin arkadaşları.
Ah, yollarına bakıp duranlardan biri de ben olsaydım! Ya da ayağına çabuk yel Teşrifini fısıldayınca mescide Birden yarılan saflar arasından Süzülerek yanık misk kokularıyla Sırtını mihraba yüzünü ashaba dönüp selâm verdiğinde Yüzünün kereminden âşıklarına bağışlar sunup Munis bir heybetle namaza durduğunda Bir kuş olup mescidinin penceresine konsaydım Kur’ân okuyan Kur’ân’ın sesini duysaydım! Bir gülüşünü kapıp çığlık çığlığa Medine’nin dağlarına düşseydim!
İçimizden biriydin Arş’a kök salmıştı başın Yüryüzünde gezinirken gövden Omuzlarının arasını öpmek için Sırtına sarmıştı gölgen Tüm yaratılmışlara bir şefkat olarak geldin Geçmişin ve geleceğin haberlerini getirdin Bizim gibi yiyip içsen de Asla değildin bizim gibi Sana vahyolunuyordu ötelerin ötesinden
İmâret: Şenlendirmek, emirlik, beylik Mahmûr: Uykulu Haşrolarak: Dirilerek Dilber: Gönül alan Ayet: Açık âlamet, nişan Hoyrat: Kaba, biçimsiz Nutk: Söyleyiş Barbar: Kaba, zalim, vahşi Minval: Tarz, şekil Yaban: Yabancı Andac: Yadigâr Hurdahaş: İyice küçük parçalara ayrılacak şekilde kırılmış Mezad: Artırma şeklinde yapılan satış Yad: Yabancı, anmak Efkâr: Fikirler Teşne: İstekli Kamu: Bütün, herkes Mâil: Meyilli Rahîm: Merhamet eden, acıyan Menzil: İnilen yer, ev Kadavra: Üzerinde tıbbî çalışmalar yapılan ceset Cenah: Yön, kanat İhlâl: Bozmak Umman: Okyanus Melekût: Ruhlar âlemi, birşeyin iç yüzü Melûl: Bezmiş, usanmış Cümbüş: Eylence Teşrif: Şereflendirmek Misk: Güzel koku Mihrab: Camide imamın durduğu yer Ashab: Arkadaşlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i gören ve onun sohbetinde bulunan müslüman kimseler Munis: Alışılmış, cana ya
|