Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Bir Varmýþ Bir Yokmuþ

 

Bir Varmýþ Bir Yokmuþ

 

Kitabýn Adý: Bir Varmýþ Bir Yokmuþ

Alt Baþlýk: Hayatým ve Hatýralar

Yazarý: Hayreddin Karaman

 

“Hayatým ve Hatýralar”dan ibaret olan bu kitaba “Bir Varmýþ, Bir Yokmuþ” adýný koydum; çünkü kendileriyle hatýralarým olan yüzlerce kiþiyi düþündüðüm zaman, sanki masal kahramanlarýný düþünüyordum; hepsi dünya âleminden yok olup gitmiþlerdi, býrakýn ebediyeti, fani dünyanýn ömrüne nispetle bile ömürlerimiz bir nokta kadar deðildi; sanki “bir vardýk”, ama kesin olarak ve uzun zaman “bir yokuz”.

Gök kubbede bir hoþ sadâ býrakanlara ne mutlu!

Bu bir noktacýk ömrümüzün boyu kýsa olsa da deðeri, ebedi saadeti elde edecek, onu satýn alacak kadar büyük.

“Ýlim bir noktadýr, onu bilgisizler çoðaltmýþ” diye bir hikmet söylenir. Þu halde “nokta” deyip geçmemek lazým. Ömür noktasýný, dünya hayat kitabýnýn uygun yerine koymayý baþarýrsak “iyi ki, dünyaya gelmiþiz” diyeceðimiz bir gün gelecektir. (Hayreddin Karaman)

 

YAZARLA KÝTABI ÜZERÝNE

“Ýçtihat Kapýsý Kapanmamýþtýr”

Söyleþi: Fahrettin Altun, Anlayýþ, Sayý: 59, Nisan 2008, s. 26-30.

Anlayýþ dergisinin Nisan ayý SöyleþiYORUM konuðu kýymetli ilim adamý, Ýslam Hukuku profesörü Hayrettin Karaman. Kendisi ile Türkiye’deki toplumsal deðiþmeden üniversitelerin yapýsýna, içtihat tartýþmalarýndan Ýslamcýlýða kadar geniþ bir alanda, istifade edebileceðinizi düþündüðümüz bir söyleþi gerçekleþtirdik. Hayrettin Karaman Hoca Türkiye’nin sancýlý dönemlerine tanýklýk etmiþ, birçok talebe yetiþtirmiþ, alanýnda yetkin onlarca eser kaleme almýþ, babacan bir ilim adamý. Onun tanýklýklarýna, tecrübelerine, hayat hikayesine aþina olmak ve onun emsalsiz tavsiyelerine kulak vermek isteyenler, Ýz Yayýncýlýk’tan geçtiðimiz ay çýkan Bir Varmýþ Bir Yokmuþ isimli 3 ciltlik hatýratýný görmezlik etmesinler.

Türkiye’nin önemli dönüþümler yaþamaya baþladýðý 1950’li yýllardan bu yana ilim adamý sýfatý ile birçok tecrübe biriktirdiniz. Biz bugün bu tecrübe ile bir söyleþinin sýnýrlarýnýn elverdiði ölçüde hemhal olma arzusundayýz. Hayrettin Karaman ile Hayrettin Karaman’ý ve yine onun gözünden Türkiye’nin toplumsal meselelerini konuþalým istiyoruz. Biyografik bir sýra izlemek sanýrým en doðru yöntem olacak. 1959 senesinde Konya Ýmam-Hatip Okulu’ndan mezun oldunuz. Öncelikle bu okullarýn Türkiye’nin toplumsal dönüþümüne ne tür etkileri ya da katkýlarý oldu sizce?

Açýkçasý Ýmam-Hatip okullarýný açanlar ile bu okullara çocuklarýný gönderenlerin hedefleri ayný deðildi. Dindar Müslümanlar, yani hayatlarýnda Ýslam’ý merkeze koyan insanlar ile bu okullarý laik Cumhuriyet’i halka benimsetmek için bir araç olarak görenlerin amaçlarý birbirinden farklýydý. Dindar Müslümanlarýn çocuklarýna din öðretmek gibi bir gayeleri vardý. Bunlar içerisinde çok az bir kýsmý gelecekteki müspet dönüþümün bir aracý olarak görmüþlerdir bu okullarý. Talepler son derece mütevazýdýr: Çocuklarýmýz dindar, ahlaklý olsun; arkamýzdan bir Fatiha okusun; mihraplar boþ, cenazemiz ortada kalmasýn…

Sonuç ne oldu peki? Okullarý açanlarýn mý, bu okullara çocuklarýný gönderenlerin mi istediði oldu?

Þunu kabul etmek lazým. Ýmam-Hatip okullarýndan mezun ya da yolu oradan geçmiþ insanlarýn sayýsý, aþaðý yukarý 2 milyon civarýndadýr. Bunlarýn kahir ekseriyeti bizim gelenek haline gelmiþ olan Müslümanlýðýmýzýn Türkiye’de yeniden yeþermesi, canlanmasý ve yayýlmasýnda güçlü bir amil olmuþlardýr. Ýmam-Hatiplerin rolünü bu açýdan baþka kurum, yahut yapýlarla kýyaslayamazsýnýz. Mesela Karadeniz’de, Doðu’da medreseler vardýr. Türkiye’nin muhtelif yerlerinde kurslar vardýr. Farklý cemaatlerin uðraþlarý söz konusudur. Tarikatlarýn hizmetleri vardýr. Fakat ben doðrudan müþahedeme dayanarak söylüyorum ki, Türkiye’nin müspet dönüþümünde en etkili olan camia, Ýmam-Hatip camiasýdýr.

Bu dönüþümle neyi kastediyorsunuz? Bu dönüþümün somut göstergeleri hakkýnda neler söylersiniz? Bu manada 1950’lerin Türkiye’sini 2000’lerin Türkiye’si ile karþýlaþtýrdýðýmýz vakit deðiþen nedir?

Birkaç madde sayayým isterseniz, böylelikle daha açýklýða kavuþur söylediklerim. Bir kere Diyanet hizmetlerini ele alalým. Hani din görevlileri diyoruz, din adamý tabirinden pek hoþlanmadýðýmýz için; hayýr ve iyiliðe hizmet edenlere atfen hademe-i hayrat diyoruz. Dikkat buyurursanýz artýk sadece þehirlerde ya da ilçelerde deðil, köylerde bile mihraplarda artýk Ýmam-Hatip mezunlarý var. Mesela bu bir gösterge. Müftüler onlardan. Vaizler ve imamlar onlardan. Diyanet merkezindeki dairelerde de üst kademeden alt kademelere hizmet ve makam sahibi olmuþ olan insanlarýn da gene kahir ekseriyeti onlardan.

Fakat Ýmam-Hatiplerden de beklenen zaten bu deðil miydi?

Bu meselenin sadece bir tarafý. Türkiye’nin medyasýný ele alalým farzý muhal. Medya sektöründe Ýmam-Hatip okumuþ yýðýnla insan var. Sonra farklý alanlara yönelmiþ; fakat neticede Ýmam-Hatip menþeli. Mesela ülkenin sanat hayatýný ele alalým. Tiyatrodan resme kadar her alanda Ýmam-Hatipliler var. Ticaret sahasýnda, ekonomik hayatta da böyle bir durum var. Bugün holding, þirket, fabrika kurmuþ; ithalat-ihracat yapan birçok Ýmam-Hatip mezunu var. Ýmam-Hatipliler yerel yönetimlerde, bürokraside, siyasi hayatta da önemli bir yer teþkil ediyorlar. Tek bir partide deðil, birçok partide hem de.

Bütün bunlar bir dönüþüme hizmet etmiþtir diyorsunuz.

Evet, müspet bir deðiþimdir bu. Fakat þunu da kaydedeyim burada ilk defa. Tek tip bir Ýmam-Hatipli modeli de olmamýþtýr hiçbir zaman. Bunu Ýmam-Hatip camiasýnýn en baþýndan beri içinde olan ve ölene kadar da içinde olacak biri olarak ifade ediyorum.

Peki, hocam buradan müsaadenizle farklý bir noktaya getireyim sözü. Baþlangýcýndan 4. Asra Kadar Ýslam Hukuku’nda Ýçtihat baþlýklý tezinizi 1973 yýlýnda tamamladýnýz. Her akademik çalýþmanýn bir hikayesi vardýr derler. Sizin çalýþmanýzýn hikayesi nedir? Niçin “içtihat” meselesine ilgi duydunuz?

Güzel bir soru. Bunu daha önce birkaç vesileyle açýklamaya çalýþmýþtým. Fakat bu vesileyle bu meseleyi daha kâmil bir þekilde açýklamaya çalýþayým. Ben ulum-u Ýslamiye tahsiline geç baþladým. Bu iþe baþladýðýmda yaþým 16 idi. Bana sorarsanýz bu iþe 4-5 yaþlarýnda baþlamak icap eder. Bu yaþlarda hýfza baþlamak lazým. Ben 16 yaþýma kadar baþka vadilerde dolaþtým. Tahsil hayatýma baþladýðým vakit bir kere yaþým zaten büyüktü. Hayatý tanýma bakýmýndan bu 16 yýllýk ömrüm çok maceralý geçti.

Hatýratýnýzda uzun uzadýya bahsediyorsunuz bu süreçten.

Evet, bir roman gibi gerçekten, hatýratýmda var hepsi. 16 yaþýma kadar yaþadýklarým, içinde yaþadýðýmýz cemiyet hakkýndaki bilgi ve görgümü emsallerime nispetle arttýrdý. Ben cemiyeti ve insanlarý, diðer öðrenci arkadaþlarýmdan daha ziyade tanýmýþ oldum. Bu birinci husus. Ýkincisi, Ýmam-Hatip’e girmeden evvel bir buçuk-iki yýl medrese usulü özel ders okudum. Ýmam-Hatip okuluna girdiðimde hakiki yaþým 18’di, hatta bu yüzden Ýmam-Hatip’e girmek için epeyce uðraþmýþtým. Tabii 18 yaþýnda girmiþsiniz, biraz mollasýnýz, bir yandan da okumaya devam ediyorsunuz.

Ve okula girdikten sonra hocalarla tanýþtým. Hâkim, polis, tüccar, esnaf insan zihniyetinden sonra, bir de hocalarýn zihniyetini tanýyordum. Bu insanlara bakýyordum, kahir ekseriyeti kendi âlemlerinde yaþýyorlardý. Süreç ilerliyor, dini öðreniyordum ve gördüm ki, bana din diye sunulan þey, geçmiþ beþerin, hem de bin sene, yedi yüz sene, beþ yüz sene evvelki beþerin üretimi. O dönemde dinle Türkiye arasýnda, kendim arasýnda bir iletiþim, diyalog kurmak istiyordum; fakat mümkün olmuyordu. Ben okulda aðabey olduðum için çocuklar problemlerini bana soruyorlardý. Sonra imam oldum, ki bu da enteresandýr. Ýmam-Hatip’te okumaya baþladýktan bir yýl sonra vekil, ondan bir yýl sonra da asýl kadrolu imam oldum. Bu sefer cemaatle temasa geçtim. Bilhassa Cuma ve Bayram namazlarýna farklý farklý insanlar geliyor; kürsüden indiðimde veya camiden çýktýðýmda türlü türlü sorular soruyorlardý bana.

Dini, güncel toplumsal hayata nasýl tercüme ederim kaygýsý taþýyorsunuz tabii.

Ben o dönemlerde Cumhuriyet’in yetiþtirdiði nesille, onlarýn cemiyet hayatýndaki problemleri ile yüzleþiyordum. Birçok tartýþma açýlýyordu. Bunun yanýnda zikretmem gereken baþka bir þey daha var. Ben Ýmam-Hatipte iken bir yýldan fazla bir süre, farklý ortaokul ve liseden öðrencilerin de bulunduðu bir yurtta kaldým. Oradaki öðrenciler bana soru soruyorlar, çeþitli konularda tartýþýyorlardý vs. Bunlarýn yanýnda benim de hayatýn içerisinde karþý karþýya kaldýðým problemler vardý ve bu problemleri daha evvelki beþerin ürettiði dinî bilgiyle çözemeyeceðimi görüyordum. Bu bilgilerin de kökü vahye, Kitap’a dayanýyor; fakat bu çýkarýmý yapan da bir beþer nihayetinde. Konular arasýnda örtüþmeyen noktalar, vakti geçmiþ hususlar keþfediyordum. Fakat gelin görün ki, etrafýmda öyle hocalar vardý ki, onlar için býrakýn içtihat üzerine düþünmek, Hanefi iseniz Hanefilikten çýkmanýz dahi mümkün deðildi. Hatta Hanefi iken baþka bir mezhebi herhangi bir noktada taklit etmeniz caiz görülmüyordu. Böyle de bir hava, böyle de bir “çevre baskýsý” vardý.

“Mahalle baskýsý” yok deðil mi hocam!

Yok, yok çevre baskýsý diyelim. Þimdi ben o ortamda “Bu böyle olmamalý” diyordum. Devamlý okuyordum. Konya’ya gidiyordum sahaflara.

Neler okuyordunuz? Fikrî beslenme kaynaklarýnýz nelerdi o dönemde?

Elime geçen her kitabý okuyordum. Fakat özellikle Osmanlý’nýn 1908 Meþrutiyet inkýlâbýndan sonra yetiþmiþ Osmanlý-Ýslam münevverlerinin kitaplarýný, dönemin dergilerini okuyordum. Özellikle Sýrat-ý Müstakim, Beyanü’l-Hak çok önemlidir benim için. Bu dergilerde ve eski Sebilürreþat’ta içtihat kapýsý, mezheplerin birliði tartýþmalarý özellikle ilgimi çekiyordu. Bu dergiler, kitaplar, buralardaki tartýþmalar benim zihnimde bambaþka kapýlar, pencereler açtý. O zamanlarda Ahmed Hamdi Akseki’nin Darülfunun’da asistan iken tercüme ettiði Mezahibin Telfiki ve Ýslam’ýn Bir Noktaya Cem’i çok önemliydi yine. Ayrýca benim son olarak Gerçek Ýslam’da Birlik diye tercüme ettiðim ve baþýna uzunca bir giriþ ekleyerek neþrettiðim kitabý, Kevakibi’nin ittihad-ý Ýslam, hilafet, içtihat, içtihadý taklit, mezhepler mevzularýnda Müslümanlarýn durumu hakkýnda enteresan bilgileri ihtiva eden Ümmü’l-Kura isimli kitabýný okuyordum. Zaten bir arayýþým vardý ve bu konularý erken zamanlarda okumuþ olmak beni çok etkiledi. Doymuþ topraða yaðmur iþlemez; fakat kuru topraða yaðmur yaðarsa o takdirde toprak, yaðmur damlalarýný öyle bir çeker ki içine. Böyle bir durumdu benimki de.

Okumalarýnýz bu çerçevede mi þekillendi?

Daha sonra fýkýh usulü kitaplarý okumaya baþladým. Okudukça anladým ki, bu meselelerdeki tabular, sadece bizim zihinlerimizde imiþ. Bazý kaynaklar, kiþiler içtihadýn þartlarýný abartýyorlarmýþ. Ýçtihadýn basit bir þey olmadýðýný, fakat imkansýz da olmadýðýný kavradým.

Kapý açýk yani.

Evet, kimse kapýyý kapatmamýþ, bu bir ilim meselesiymiþ, bunu anladým. Çalýþýrsanýz, öðrenirseniz, kelimenin tam manasýyla âlim olursanýz Kur’ân’ý da hadisleri de yorumlayabilir, tefsir edebilirsiniz. Hem eskiden verilmiþ cevaplarý gözden geçirebilir, hem de eskilerin meþgul olmadýklarý, bugünkü hayatýmýzý ilgilendiren mevzularda Ýslam’ýn hükümlerini ortaya koyabilirsiniz. Bunlarýn mümkün olduðu konusunda tedrici bir kavrayýþla Ýmam-Hatip’i, Enstitü’yü bitirdim. Enstitü’yü bitirdiðim vakit bu konuda çalýþmayý kafama koymuþtum. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’ya asistan oldum. O vakitler Hoca bizim Enstitü’deydi.

Yüksek Ýslam Enstitüsü.

Evet. Hoca’ya böylesi bir konuyu kabul ettirmek de hiç kolay bir iþ deðildi.

Bahsettiðiniz isimlerin temsil ettiði fikrî çerçeve ile Ömer Nasuhi Bilmen’in çerçevesi epey farklý.

Tabii. Hoca’ya ben de zaten farklý bir noktadan yaklaþtým. Dedim ki, “Hocam her köþede bir müçtehit türüyor. Bu iþin dejenere olacaðý anlaþýlýyor. Ben bu iþin öyle kolay olmadýðýný anlatmak üzere bir çalýþma yapmak istiyorum.”

Her akademik çalýþma bir strateji gerektirir derler.

Aynen öyle, “Çok iyi olur oðlum” dedi.

Sonuçta çalýþmayý bitirdiniz ve bu çalýþma etrafýnda sizin açtýðýnýz tartýþmalar bilebildiðimiz kadarýyla epeyce ses getirdi. O ortamý da anlatýr mýsýnýz? Kimler destekledi, kimler muhalefet etti size? Siz bir de 1976-1980 yýllarý arasýnda Nesil dergisini çýkardýnýz ve burada da bu fikirleri iþlediniz. O dönemde baþlayan tartýþmalarý, bugüne yansýmasý ile birlikte nasýl deðerlendiriyorsunuz?

Þimdi Fahrettinciðim bizim bu çýkýþýmýz karþýsýndaki tavýrlarý birkaç gruba ayýrmak gerekiyor. Az da olsa bir grup, “Ýþte bir Luther zuhur ediyor”, “Beklediðimiz reformcu geliyor” diye sevindiler. Çoðu hayatta deðil onlarýn, fakat çok küçük bir gruptu bunlar. Benimle temas kurdular, teþvik ettiler beni. “Senden çok þey bekliyoruz bu konuda” vs. dediler.

Kimlerdi onlar?

Bir zamanlar Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý da yapmýþ olan Tevfik Gerçeker diye bir zat vardý aralarýnda mesela. Benim Ankara’ya geldiðimi duyunca kendisi gibi birkaç yaþlý zatla birlikte beni ziyarete geldiler. Benimle görüþüp temennilerini ilettiler. Bunlarýn karþýsýnda yer alan bir baþka grup, “Ýçtihat falan diyerek dini ifsat edecek, halkýn kafasýný karýþtýracak bir müfsit çýkýyor; bunu mutlaka engellememiz lazým” diye düþündü. “Bu adama cephe almalý, onunla mücadele etmeliyiz” dediler. Bu ikisinin arasýnda meseleyi daha soðukkanlý takip edenler yer aldý. “Bakalým ne oluyor, ne çýkacak?” diyen ve bana biraz daha yakýn olup beni tanýdýklarý için heyecanla takip eden, ümitlenenler de vardý. Onlar buradan ümmetin ihtiyaç duyduðu ilmî açýlýmýn saðlanabileceðini ümit ettiler. Kimleri de taþýdýklarý þüphelere raðmen yine de seyretmeye devam etmek gerektiðini düþünüyorlardý.

Zaman içerisinde bu manzara biraz farklýlaþtý tabii. Benden beklentisi olanlar içerisinde kimileri beklentilerinin karþýlanmadýðýný görünce hayal kýrýklýklarýný ifade ettiler. Bu meyanda bana gelen bir özel mektubu saklýyorum, hatýratýma da koydum. “Biz senden neler ummuþtuk, sen öyle çýkmadýn; korktun. Esaslý bir açýlým yapar diye umduk ama eskilere rücu etmekten gayrý bir þey yapmadýn” tarzýnda biraz da incitici mektuplar. Beni müfsit görenlerden kimileri bazen canýma kastederek ama mutlaka çok hakaret ederek tepkilerini göstermeye devam ettiler. Gitgide azaldý tabii bu tepkiler. Fakat ben bir taraftan Ýlahiyat Fakültesi’nde de ders verdiðim için, benim söylediklerim Ýlahiyat camiasýnda karþýlýk buldu. Bugün fýkýh sahasýnda çalýþanlarýn kahir ekseriyeti benim yol ve yöntemim ile paralel çalýþýrlar. Ama yine de Ýlahiyat camiasý içerisinde bir baþka türlü içtihat yöntemi ile ortaya çýkanlar da yok deðil. Yani eðer ona içtihat denirse tabii. Onlar da iþte Hasan Hanefi, Fazlurrahman, Muhammed Arkun gibi isimlerden etkilendiler. “Etkilendik” derler veya demezler onu bilmiyorum; ama etkilendiler. O camianýn da tavrý þu oldu: “Hoca baþta iyiydi ama sonra muhafazakârlaþtý.” Aþaðý yukarý benim çýkýþým karþýsýndaki tavýrlar bunlardýr.

Siz buna katýlmýyorsunuz. “Hayrettin Karaman muhafazakârlaþmamýþ, deðiþmemiþ, istikamet üzere durmuþtur” diyorsunuz.

Ben deðiþmedim. Baþta neyi hedeflediysem o hedef üzerinde yürüdüm ve hâlâ da yürüyorum. Ben klasik usul-ü fýkýh uygulayarak içtihat yapýlmasýný ve ayný zamanda bizden evvelki yapýlmýþ içtihatlarýn bütününden, bütün müçtehitlerin içtihatlarýndan, bir büyük servetten yararlanýr gibi yararlanýlmasýný savunuyorum. Eskiden de bunu söyledim, þimdi de bunu söylüyorum.

Burada dikkate deðer bir ironi, belki de bir çeliþki gözüme çarpýyor. Bir tarafta “gelenek savunusu” adýna, geleneðin donuk, statik bir surette ele alýnmasýný isteyenler var; bunlar kendilerine büyük harfle “Gelenekçi” diyor. Diðer taraftan geleneðin dinamik bir þey olduðunu, gelenek içerisinden tek bir çizginin mutlaklaþtýrýlmasýnýn problemli olduðunu söyleyenlere de “Modernist” sýfatýný uygun görüyorlar. Gelenekçi-Modernist ikilemine sýkýþtýrýlmýþ böylesi bir tartýþma ekseni, modern Türkiye’de dinin meþru bir entelektüel tartýþma zemininden yoksun olmasý ile alakalý gibi görünüyor bana. Bir de buna Türkiye’deki sorunlu din-devlet iliþkilerini eklediðimizde manzara hiç de iç açýcý olmuyor. Ben buradan meseleyi biraz daha sosyo-politik bir noktaya çekeyim müsaadenizle. Hayrettin Karaman bugüne kadar Ýslamcýlýk meselesi ile ilgili birçok þey yazdý, çizdi. Ýslamcýlýk adý verilen çerçeveyi 2008 Türkiye’sinde nasýl deðerlendiriyorsunuz? Ýslamcýlýðý modernlik ve kapitalizm karþýsýnda düþünsel yahut siyasal bir imkan olarak görüyor musunuz?

Evvela þunu belirtelim, bir fikrî yahut siyasi harekete sonradan ad konur çoðu kez. Kendilerine Ýslamcý dediðimiz insanlar bir araya gelip, “Biz fikrî, siyasi, içtimai, kültürel, felsefi, ilahî bir hareket baþlatalým; bunun da adý Ýslamcýlýk olsun” demediler. “Hadi ellerinizi silah üzerine koyun, yemin edelim” filan da demediler. Mesela 1908’den sonrasýný ele alalým. 1908 Meþrutiyet Ýnkýlâbý’ndan sonra Osmanlý Türkiye’sinde kendisini Ýslam’ýn karþýsýna koyan, onun alternatifi olarak ortaya çýkan hareketler zuhur etti. Daha önce Ýslam’ýn karþýsýnda bir baþka sistem, model, proje ya da ideoloji yerleþtirilemezdi. Bu, Tanzimat ile baþlayan, Kanun-i Esasi ile devam eden ve II. Meþrutiyet sonrasýnda hýzlanan bir süreç. Mevcut fýkýh kitaplarýnýn yanýnda artýk Batý’dan yeni kanunlar alýnmaya baþlandý. II. Meþrutiyet sonrasý muasýrlaþma taraftarlarý içerisinde Türkçüler de Batýcýlar da vardý. Ýslamcýlar da çýktýlar o vakitler sahneye. Bunlarýn üçünün de felsefi ve kültürel yanlarý vardý; fakat siyasi yanlarý çok daha baskýndý. Devlette uygulanacak bir model olarak tasarlandýklarý için ideolojik bir taraflarý da vardý. Bir de tabii burada adý geçmeyen, yine adýný biz koyalým, muhafazakârlar vardý. Muhafazakârlar, Ýslamcýlardan farklýdýr bence. Onlar da derler ki “Usul-ü kadim deðiþmez. Her þey olduðu gibi devam etmeli.” Fakat kendilerine Ýslamcý denen zatlar çýkýyorlar ve diyorlar ki, “Eski hal muhal; ya yeni hal ya izmihlal.”

Said-i Nursi diyor, deðil mi?

Evet. Dedikleri þu, “Mazi muhal, yani þimdiye kadar geleni aynýyla uygulayamayýz.” Zaman zaman bir araya geliyorlar, tartýþýyorlar, dergi çýkarýyorlar. Ben Ýslamcýlarý yani siyasette Ýslam’ý merkeze koyanlarý ikiye ayýrýyorum. Bunlarýn bir kýsmý oportünisttir ve Ýslam’ý kullanarak daha kýsa yoldan amacýna ulaþabileceðini hesap etmiþtir. Ama bir kýsmý samimidir. Onlar bu projenin Ýslam’a uygun olduðu ve Ýslam’a göre de o gün öyle olmasý gerektiði kanaatindedir.

Bugüne gelirsek.

Buradan bizim zamanýmýza atladýðýmýzda ben Ýslamcýlýðý bugün için daha farklý deðerlendiriyorum. Bir kere Ýslamcýlýðý, ne 1908 öncesindeki adýna Ýslamcý diyebileceðimiz insanlarýn ne de 1908 sonrasý meþhur Ýslamcýlarýn düþünce ve projelerine inhisar ettiriyorum. Ben Ýslamcýlýða farklý bir mana veriyorum ve diyorum ki; bütün Müslümanlar Ýslamcýdýr ve Ýslamcýlýktan maksat Ýslam’ý yaþamak ve yaþatmaktýr. Ýslam’ý yaþamak ve yaþatmak gayesine ve bu gayeye yönelik olan hareketlerin tümüne Ýslamcýlýk denir.

Sözü bir baþka noktaya taþýmak istiyorum. Siz 2001 senesinde üniversiteden ayrýldýnýz ve ayrýlma gerekçesi olarak da üniversitedeki baský ortamýný gösterdiniz. Baþörtüsü sorunu, pozitivizmin egemenliði, YÖK’ün konumu gibi güncel sorunlar eþliðinde Türkiye’deki üniversiteyi nasýl deðerlendiriyorsunuz?

Kaba kaçmazsa þöyle bir teþbihle anlatmak istiyorum derdimi. Üniversitelerde ne hocalar ne de öðrenciler koyun sürüsüdürler. Kimileri, mesela devleti yönetenler þu veya bu sebeple toplum mühendisliðine soyunabilirler. Ve karþýlarýndaki toplumu onun mazisiyle, deðerleriyle, tasavvur ve tahayyülleriyle kabili mümkün olmayan bir yöne sevk etmek isteyebilirler. Bunun karþýsýnda bu memleketin hür düþünceli üniversite mensuplarý -ki hür düþünceli olmazsan, üniversite mensubu olmazsýn- koyun sürüsü olmadýklarý için direnmelidirler. “Âli devlet böyle istiyor; öyleyse bize boyun eðmek, onun iþini kolaylaþtýrmak düþer” dememelidirler. Fakat toplum mühendislerinin beklentisi budur. Toplum mühendislerine göre bu memlekette baþörtüsü meselesi diye bir mesele yoktur. Aynen böyle söylüyorlar. Peki, maksatlarý ne? Ne diyorlar, “Baþörtüsü þu veya bu sebeple ‘muhalefet’ tarafýndan ortaya atýldý”. Yani burada bir resmî ideoloji var ve bir de bunun muhalifi var. “Muhalifler tarafýndan bu baþörtüsü icat edildi” diyorlar. Sonra “Biz askeri devreye soktuk ve bunlarý çýktýklarý deliðe týktýk, yasakladýk bitti” diyorlar. Dolayýsýyla bu memlekette baþörtüsü meselesi diye bir þey yoktur onlara göre. Eðer bu memleketin münevverleri, mütefekkirleri, yazar-çizerleri üniversite mensuplarý koyun olursa bu doðrudur; keçi olursa doðru deðildir. Teþbihte hata olmazmýþ. Eðer üniversite mensuplarý insan-ý kâmil olurlarsa bu toplum mühendislerinin uydurduklarýnýn doðru olmadýðý ortaya konur. Bir ferdin bile bir ülkede meþru bir problemi, derdi, davasý, ihtiyacý varsa ve buna çözüm bulamýyorsa, o memlekette o dert gerçekten var demektir. Ve asýl münevver muhalefet, o dertle meþgul olmalýdýr. Ben böyle bir üniversite, böyle bir münevver, böyle bir zümre, böyle bir medya, böyle bir sivil toplum örgütleri camiasý tahayyül ediyorum.

Üniversitelerin kurumsal yapýlanmasý ve Türkiye’deki merkeziyetçi politikalarýn inþa süreçleri bakýmýndan meseleyi ele alýrsanýz nasýl bir tasvir yaparsýnýz?

Önce bir paradoksa iþaret edeyim. Þimdi bu laikçiler ayný zamanda kendilerinin özgürlükçü ve demokrat olduðunu bunun karþýsýnda Ýslamcýlarýn, muhafazakârlarýn ise gerçek anlamda demokrat ve özgürlükçü olmadýðýný, takiyyeci olduklarýný iddia ediyorlar. Bu ülkede hem merkezî iktidar hem de üniversitelerin merkezî iktidarý bu iddianýn sahiplerinin elinde idi. Onlarý denedi bu ülke. YÖK Baþkaný, YÖK üyeleri, yardýmcýlarý hep onlardan oldu. Kemal Gürüz ya da Erdoðan Teziç dönemlerini hatýrlarsýnýz. Son altý yýldýr ise merkezî yönetim el deðiþtirdi. Bu sürede onlarýn “Ýslamcý” dedikleri, “Erbakan’ýn talebeleri” dedikleri gençlerin önderliði ile yönetiliyor Türkiye. YÖK’te de þimdi yeni bir yönetim zihniyeti var. Ben herkesin eski ve yeni YÖK baþkanlarýný karþýlaþtýrmasýný ve hangisinin daha demokrat olduðunu sorgulamalarýný isterim.

YÖK’te baþkan deðiþti, doðru. Fakat YÖK’ün merkeziyetçi yapýsý deðiþecek mi?

YÖK üniversitelerin, üniversiteler devletin padiþahý olamaz. Böyle bir YÖK’le üniversite olamaz. Sizin bana sorduðunuz sorunun net cevabý budur. Ama Türkiye’de birçok üniversite “federe” devletler gibidir, bunlarýn her biri adeta bir devlettir. O “federasyon”un üyeleri olan dekanlarýn, öðretim üyelerinin seçtiði, zamaný gelince indirebilecekleri, yenilerini seçebilecekleri, kararlarý birlikte oluþturduklarý yöneticiler vardýr. Bir de bir ülkenin üniversiteleri olduklarýna göre bunlarýn da bir standardý, aralarýnda bir iliþki, bir diyalog, ortaklaþa yapabilecekleri birtakým projelerin oluþturulmasý ve takibi için bir üst kurum ve kuruluþa ihtiyaç vardýr. Bu da YÖK olabilir. Yoksa padiþahlýkla olmaz, olmayacaðý anlaþýldý.

 

HAKKINDA YAZILANLAR

Bir varmýþ, bir yokmuþ

Dücane Cündioðlu, Yeni Þafak, 12 Nisan 2008, Cumartesi.

Yaklaþýk beþ yýl önce, bu köþede, A.Ü.Ýlahiyat Fakültesi eski Dekanlarýndan Prof. Hüseyin Atay'la yapýlmýþ bir söyleþi vesilesiyle, Ýlâhiyat camiasýnýn, tarihe (bilhassa kendi tarihlerine) kayýtsýzlýklarýna iþaret edip hatýralarýn/hatýratlarýn önemine dair bazý deðerlendirmelerde bulunmuþ ve þöyle demiþtim:

 

“Ýlâhiyatçýlarýn, tarihi önemsediklerini göstermesi bakýmýndan atacaklarý ilk adým, önce bu ülkede Ýlâhiyatýn, Ýlâhiyatlarýn ve pek tabii ki Ýlâhiyatçýlarýn tarihini yazmak olmalý. Diyanet Ýþleri Baþkanlarýnýn hâlâ elimizde doðru dürüst biyografileri yok!

‘Bize ne?’ diyenlere soralým:

Vefat etmiþ ilâhiyatçýlarýn var mý?

Yaþayan yaþlý ilâhiyat hocalarý için geç kalýndýðýný düþünmüyor musunuz?

Ýlâhiyat hocalarýnda hatýrat ya da günlük yazmak âdetine pek rastlanmadýðýna göre, meselâ Süleyman Ateþ'in, ya da Hayreddin Karaman'ýn yazýp çizdikleri, niçin kendilerinin mufassal biyografilerinden mahrum bir surette okunsun?” (Yeni Þafak, 12 Ocak 2003)

 

Þu hoþ ve ilginç tesadüfe bakýnýz ki hem Süleyman Ateþ Hoca'nýn, hem de Hayreddin Karaman Hoca'nýn hatýratlarý þimdi elimizde.

Ateþ Hoca'nýn hatýralarý geçen sene iki cilt halinde yayýmlanmýþ ve ben de iki yazýyla bu deðerli hatýratý tanýtmaya gayret etmiþtim. (Düþ kayýtlarýna hususî ilgim sebebiyle, bu yazýlarda, Hoca'nýn –gazete okuyucularýnýn da ilgi ve dikkatini çekeceðine inandýðým– birkaç düþ kaydýný aktarmýþ, böylelikle hakikat ve hurafe arasýndaki 've' ayracýnýn nasýl da bir çýrpýda 'veya' baðlacýna dönüþebileceðini göstermeye çalýþmýþtým. Ateþ Hocamýz bu “remarque”ý yanlýþ anladýlar diyemem. Anlamadýlar.)

Her neyse. Þimdi de Hayreddin Karaman Hoca'nýn hatýratý elimizde. Hem de üç cilt olarak (Bir Varmýþ Bir Yokmuþ, Ýz Yayýncýlýk).

Her iki teþebbüs de muhtevalarýnýn yaný sýra taþýdýklarý sembolik anlam itibariyle de önemliler. Çünkü bu iki eserin baþka hatýratlarýn yayýmýný tetikleyeceðinden kimse kuþku duymasýn. Ýlâhiyat tarihi, yeni hatýratlar aracýlýðýyla zenginleþecek gibi görünüyor.

Acaba bu bir tahmin mi, temenni mi?

Ýkisi de.

* * *

Ateþ Hoca'nýn hatýratý bir murakabe, bir muhasebe niteliðindeydi. Geçmiþini sadece açýklayan deðil, sanki biraz da bu vesileyle geçmiþini hatýrlayan bir kalemin mahsulü gibiydi. Hocanýn, þahsî hayatýnýn çizgilerini geniþçe ve açýklýkla tasvir etmesi ne kadar büyük bir kazançsa, bir zamanlar taraf olduðu ilmî tartýþmalarý yazarken eski yazdýklarýný yenilemesi de, yinelemesi de o denli gereksizdi aslýnda. Çünkü araya sýkýþtýrýlmýþ sayfalarca ek-metni okumak býktýrýcýdýr, usandýrýcýdýr. Genç okur için de, yaþlý okur için de.

Hayreddin Karaman Hocamýzýn hatýratý da böylesi þikayetlere konu olacak gibi. Ne yapalým, her zafer biraz hasar ister.

* * *

Hatýrat yazmak demek, gerçekte bir hesaplaþmaya giriþmek demektir. Burasý açýk. Kiþi kendisiyle/geçmiþiyle hesaplaþýrken, tabiatýyla baþkalarýnýn (meselâ hasýmlarýnýn) hesabýný da görmek ister. Hem de keyifle. Tekrar yaþar o günleri. Bazen acý çekerek, bazen öðünerek. Okur için eskimiþ olan, yazar için eskimez. Hesaplaþma anýna geri dönen her yazar, ister istemez, okurunu iþin içine katmaya çalýþýr, onu bazý aðýr yüklerin altýna sokmaktan çekinmez. Aðýr yüklerin altýna, yani gerçekte okurun tam anlamýyla aralarýna dahil olamayacaðý yüzlerce sayfanýn tam da içine...

Askerî veya siyasî þahýslarýn hatýratlarý da böyledir. Tartýþmalarýn aktüel deðeri varsa, olacaksa, onlar da bilgi ve belge aktarmaktan yorulmaz. Okur okumaktan yorulur ama yazar yazmaktan yorulmaz. Þimdi hesap vaktidir çünkü.

Oysa hatýrat okurunun belge-bilgi ihtiyacý çok azdýr. Uzman okur, zaten bu belgelere sahiptir veya isterse ulaþabilir. Uzman olmayan okur içinse tek kelimeyle külfettir. Böylesi cömertlikler metnin takibini güçleþtirir. Onca belge-bilgi sohbet tadýndan çok, seminer tadý býrakýr okurun aðzýnda.

Okurun istediði, yorumdur. Hatýrat sahibinin yorumlarý. Biraz bilgi, mümkünse nadir belge. O da az sayýda. Fakat ziyadesiyle tasvir ve bâhusus yorum da yorum... Ýfþâ mý, kimsenin buna itirazý olmaz. Ama tebliðe hayýr! Evet, öncelikle talim ve taallüm deðil, ihsas ve tahassüs. Kýsacasý, araþtýrma kitaplarýyla, biyografilerle, ilmî metinler aracýlýðýyla elde edilemeyecek olan ne varsa...

* * *

Hayreddin Karaman Hoca'nýn hayatý, sadece bir ilim adamýnýn deðil, bir dâvâ adamýnýn da hayatý. Dâvâsý, paranteze alýnacak olsa, bütün açýklamalarý kelimenin tam anlamýyla 'yer'siz olmuþ olur. Buharlaþýr. Çünkü Hoca'nýn dâvâsý, bir tek ilim dâvâsý deðildir ki! Ýnanç dâvâsýdýr. Bir inancýn dâvâsýdýr. Mazlum bir milletin dâvâsýdýr.

Devam edeceðiz.

 

Bir âlimin hayatý

Dücane Cündioðlu, Yeni Þafak, 13 Nisan 2008, Pazar.

Hayreddin Karaman Hoca sadece bir ilim adamý deðil, bir dâvâ adamýdýr da ayný zamanda. Kendisi, birçok ilâhiyatçýnýn aksine, itikat ve ilminin, sosyal ve siyasî sonuçlarýný da takip eden bir âlimdir.

Bu takibin adý, hizmettir. Kendi tabiriyle: Nesil hizmeti. Sivil hizmet.

Sýrasýyla Ýmam-Hatipleri, Yüksek Ýslâm Enstitüleri, Ýlâhiyat Fakülteleri neslinin yetiþmesi uðrunda bir ömür harcamak... Ýþte dâvâ. Bir sivil hizmet hareketi. Hizmet dâvâsý.

Hoca'yý bir "dâvâ adamý", bir "mücadele adamý" kýlan en önemli yönü de budur. Genç yaþlarýndan itibaren itikadýnýn ve ilminin tesirlerini sosyal ve siyasî hayata taþýmaya çalýþmýþ, artýk çok nadiren rastlayageldiðimiz âlimlerin o izzet ve þerefini korumaya iþbu mesuliyet duygusuyla itina göstermiþtir.

Hatýralarý, Hoca'nýn iþbu dâvâ uðrundaki faaliyetlerinin bütün safahatýyla açýða çýkmasý bakýmýndan fevkalâde önemliydi. Ýleride, ekip arkadaþlarýnýn hatýralarýnýn da yayýmlanmasýyla geniþ bir kaynakça oluþabilir; bilhassa Tayyar Altýkulaç'ýn, Bekir Topaloðlu'nun, Saim Yeprem'in, hatta Süleyman Uludað'ýn yazacaklarý, Hayreddin Karaman Hoca'nýn sevdiði tabirle, bu "sivil hizmet hareketi"nin tanýnmasýna katký saðlayabilir. (Korkarým, sonuncu ismin dýþýnda kalanlarýn katký paylarý þifahî ölçüleri pek aþmayacak.)

* * *

Hayreddin Karaman Hoca'nýn hatýralarýnda þahsî hayatýyla ilgili kýsýmlar oldukça sýnýrlý kalmýþ, hatýratýn önemli bir kýsmý, bu sivil hizmet hareketi içerisinde Hoca'nýn ve arkadaþlarýnýn faaliyetlerine ayrýlmýþ. Bu nedenle hatýralarýndan hareketle bir âlimin iç dünyasýna dahil olmayý umanlar, küçük kýrýntýlar dýþýnda, ne yazýk ki bu yolculuktan elleri boþ olarak döneceklerdir.

Ýlim ehli, hareket ehli, —sanatçýlarýn tam da aksine— baþkalarýný iç dünyalarýna yaklaþtýrmazlar, onlarý uzakta tutarlar. Esas olan dâvâdýr çünkü, dâvâya hizmettir. Dâvânýn, hizmetin ise sonu gelmez. Nesiller boyu sürer. Hâl böyle olunca, dâvâ arkadaþlarýndan, yani hýsýmlardan, ve tabiatýyla hasýmlardan, kýsacasý mücadelenin ahvalinden gayrý anlatacak çok az þey kalýr geriye.

Hayreddin Hoca, fikir hayatý boyunca Ýslâmî ekoller arasýnda geçen ilmî tartýþmalarýn; 70'li, 80'li yýllara mührünü basan belli baþlý dinî münakaþalarýn çoðunda taraf oldu. O sakin, ilmî üslûbunu hep muhafaza etti. Mehmed Akif'in üstadlarýndan Cemaleddin Afganî ile Muhammed Abduh, Hayreddin Hoca'nýn da hususen tervic ettiði isimler arasýnda yer aldýlar. Kendisi — týpký Akif gibi— Afganî'den çok Abduh'un yöntemini savundu. (Hayreddin Hoca, zorunlu olarak bu iki ismin yanýna Reþid Rýza'yý da eklemiþti.)

Bugün eskisi kadar deðilse de, Türkiye'de bu isimlere sahiplenmenin büyük bir maliyeti vardý. Nitekim Hayreddin Hoca da bu yüzden birçok saldýrýya göðüs germek, birçok suçlamaya cevap vermek zorunda kaldý. Hatýrat sayfalarýnýn büyük ölçüde bahsi geçen mücadelenin müdafaasýna ayrýlmasýný iþte bu yüzden tabii karþýlamak gerekiyor.

* * *

Hatýratlara olan özel ilgim bilinir. Nitekim Arasokaklarýn Tarihi hatýratlar üzerine yazdýklarýmdan oluþur. Tarih kitaplarýnda (anacaddelerde) bulabileceklerimi hatýrat kitaplarýndan (arasokaklardan) toplamayý pek verimli bulmadýðýmdan, küçük ayrýntýlarý tek tek bir araya getirmeye, zaten kitaplarýndan tanýdýðým düþünür ve sanatçýlarýn veya ilim, siyaset ve devlet adamlarýnýn iç dünyalarýna notlarý, günlükleri, mektuplarý, hatýralarý aracýlýðýyla yaklaþmaya çalýþýrým. Onlarý görünen/güçlü taraflarýyla deðil, görünmeyen/zayýf taraflarýyla da tanýmak, sevmek isterim. En insanî taraflarýyla.

Ahmed Cevdet Paþa'nýn, hanýmýna yazdýðý mektuplar meselâ. Koca Cevdet Paþa, bir kadýncaðýzýn malum kaprisleri karþýsýnda ne üzülesi bir mahcubiyet çeker ah bir bilseniz. Padiþah'a, Sadrazam'a, filan Paþa'ya akýl veren o büyük zekâ gitmiþ, yerine hanýmýna fazla para harcamamasý için yalvaran bir koca gelmiþ. Kýsacasý, Koca Cevdet Paþa'nýn "Paþa"sý devlet iþlerine, "Koca"sý ise Adviye Haným'ýn naz ve insafýna terk olunmuþtur. Maruzat ve Tezakir'de o bir Osmanlý Paþasý'dýr; mektuplarýndaysa tam bir Osmanlý Kocasý.

* * *

Dikkatli gözler için, Hayreddin Karaman Hoca'nýn hatýratýnda da mahrem sayýlabilecek malzemeler var. Hangisini aktarmalýyýz acaba? Elbette, evli her ilim talibinin, her kitap severin yaþadýðý o malum ve müþterek sýkýntýlarla ilgili küçük bir kayýt.

Hayreddin Hoca'nýn muhterem eþi, zaruri ihtiyaçlarý karþýlamak varken Hoca'nýn gidip kitap almasýný istemez, aldýðý zaman da bozulurmuþ. Bunun üzerine Hayreddin Hoca da eþini üzmeyecek bir usul bulmuþ. Gelin þimdi bu usulü kendisinden dinleyelim:

— "Yeni aldýðým kitaplarýn paketini bisikletimin sepetliðine kor, bisikleti kapýnýn önüne dayar, içeri girerdim. Eðer haným odada ise selam verir, oturur, iþime bakar gibi yapardým, bir yandan da dýþarýda kitaplarýma bir þey olur diye endiþe ederdim. Durum müsait ise —meselâ eþim küçük avluda çocuk bezi yýkýyorsa— hemen paketi alýr, kütüphanenin kapalý (perdeli) bir yerine saklardým. Ev daha müsait olduðunda rafa yerleþtirirdim. Aradan kýsa veya uzun bir zaman geçince haným kitabý fark ederdi. "Bunu ne zaman aldýn da buraya koydun?" sorusu gelir, çeþitli manevralarla onu yatýþtýrýrdým." (Bir Varmýþ Bir Yokmuþ, III/190)

Biz en iyisi dâvanýn bu cihetini konuþmayalým. Zira lâtifenin sonu gelmez.

 

Prof. Dr. Hayreddin Karaman