Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Sevgiyi Yaşayan

Sevgiyi yaşayan ve öğreten insan

Mehmet Paksu

Aralık 2001 Beyan Dergisi

Sevgi, barış, şefkat, merhamet ve ışık denince tek akla gelen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizdir. O kin dolu gönülleri hidayete ve kardeşliğe çevirmiş, düşmanlıkla kararan kalbleri sevgi ve şefkatle doldurmuş, asık suratları güldürmüş, kabalıkları nezakete çevirmiş, bütün olumsuzlukları müsbete ve güzele döndürmüş.

Onun hayatı barış ve sevginin binlerce örneği ile doludur. Şu örnekler ondan sadece bir demet gül–i Muhammedî'dir Sallallahu Aleyhi ve Sellem.

Kiralık kâtil sevgiye vuruldu

Kureyş müşrikleri Peygamber'imizin varlığını ortadan kaldırmak için karar üstüne karar alıyorlardı. Ama her seferinde yüzgeri dönüyorlar, hiçbir şekilde emellerine ulaşamıyorlardı.

Bu sefer de toplandılar, iki tane kiralık kâtil tuttular. Yüklü miktarda para karşılığında görev verdiler. Bu iki adam Umeyr ve Safvan'dı.

İki kafadar kendi aralarında konuştular. Safvan Mekke'de kalacak, Umeyr ise Medine'ye gidecekti. Umeyr Medine'de kimseye hissettirmeden Peygamberimizin hayatına son verecek, sessiz sedasız dönüp gelecekti.

Umeyr yola koyuldu, bin bir düşünce ve plan içinde uzun bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Başıboş bir şekilde şehirde dolaşıp duruyordu. Çevreden ne niyetle geldiği de seziliyordu artık...

Umeyr'in Medine'ye geldiğini öğrenen Peygamberimiz onu görür görmez hemen yanına çağırdı.

Umeyr'in gözlerinin içine bakarak şöyle konuştu:

"Safvan ile aranızda şöyle şöyle konuştunuz, şu kararı aldınız, değil mi?" Sözleri bitince de mübarek elini Umeyr'in göğsü üzerine koydu. Umeyr kızardı, bozardı, telaşa kapıldı. Peygamberimiz bütün düşündüklerini ve konuştuklarını birer birer söylemişti. "Evet, doğru söylediniz" demekle yetindi. Bu arada korkusundan ne yapacağını bilemez olmuştu. Ancak Peygamber'imizin gözünün içi gülüyordu. O merhamet, şefkat ve bağış peygamber'iydi. Eliyle Umeyr'in göğsündeki düşmanlık duygularını, kin ve nefretini çıkarıp almıştı.Umeyr rahatladı, sakinleşti. O katil ruh gitmiş, yerine temiz ve aydınlık bir ruh gelmişti Yapacak başka hiçbir şey de kalmamıştı.. Zaman geçirmedi, hemen Peygamberimizin eline kapandı, şehadet getirdi, Müslüman oldu. Peygamberimizin sevgisi bu kiralık katili de kurtarmış, onu Sahabileri arasına katmıştı. O güzelim sevgi nelere kadir değildi ki? Peygamberimiz pek haklı olarak onu öldürtebilir, kimse de bir şey diyemezdi. Çünkü adamın niyeti belliydi. Fakat O bunu yapmadı, Umeyr'i iman Cennetine çekti, İslâm kahramanı yaptı, gücünü İslâm yolunda kullandı. Peygamberimiz adam harcayan biri değil, insan kazanan bir güzelliktir.

Sevgiye dönüşen düşmanlık

Yıl 630 Peygamber Efendimiz on bin kişilik İslâm ordusu ile Mekke'ye girdi ve şehri fethetti. Hazreti Bilal'e de emir verdi, Kâbe'nin damına çıkıp ezan okumasını istedi.

Hazret–i Bilal hemen Kâbe'ye tırmandı, heyecanlı ve yanık bir sesle ezan okumaya başladı.

Müslümanlar tarifi imkânsız bir heyecana kapılmışlar, sevinçten uçuyorlardı.

Mekke'nin ileri gelenleri de üzüntülerinden çatlayacak hale gelmişlerdi. Ebû Süfyan, Attab ve Hâris bir köşeye oturmuşlar, kendi aralarında konuşuyorlar, birbirlerine dert yanıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıp duruyorlardı.

Attab üzüntüsünü şöyle ifade ediyordu:

"Babam Esid ne şanslı bir adamdı ki, bu günleri görmedi."

Hâris daha ileri gitti, içindeki kini kelimelere döktü, Hazret–i Bilal'i tahkir etti:

"Muhammed bu kara kargadan başka bir adam bulamadı mı ki, müezzin yapmış?"

Ebû Süfyan insaflıydı. Kötü konuşmaktan çekindi. O da şöyle dedi:

"Ben korkarım, bir şey demeyeceğim, kimse duymasa da şu Batha'nın taşları konuştuklarımı Ona haber verir, O da öğrenir, gelir bize söyler."

Gerçekten de az sonra Peygamber Efendimiz çıkageldi, onları bir arada gördü ve aralarında geçen konuşmayı, ne söylediklerini kelimesi kelimesine söyledi.

O esnada Attab ile Haris, Efendi'mizin bu güzelliği ve sevimliliği karşısında daha fazla dayanamadılar, Şehadet getirdiler ve Müslüman oldular, Peygamberimizin yanında yer aldılar. Çok bir zaman geçmeden Ebû Süfyan da Müslüman olacaktı.

Efendi'mizin sevgisi onların gönlünü de fethetmişti.

Süheyl'i değiştiren sır

Süheyl iman etmemişti, henüz Müslüman değildi. Bir çarpışma sonunda esir düştü. Müslümanların elindeydi.

Hazret–i Ömer Peygamberimizin yanında oturuyordu. Kızgın ve öfkeli bir hal vardı üzerinde. Peygamberimize eğilerek keskin bir sesle dedi ki:

"Ey Allah'ın Resulü, izin verin de dişlerini sökeyim şu adamın. Bu adam yaptığı etkili konuşmalarıyla Kureyşlileri ayaklandırdı, üzerimize gönderdi, bizimle savaşmalarına sebep oldu."

Peygamber Efendimiz Hazret–i Ömer'i sakinleştirdi, adama bir zarar vermesine izin vermedi. Sonra da şöyle konuştu:

"Yâ Ömer, Birgün gelir, bu adam senin hoşuna gidecek bir iş yapar."

Peygamber'imizin merhameti ve şefkati Süheyl'in gönlünü almaya yetmiş, artmıştı bile. Fazla bir zaman geçmeden Süheyl İslâm bahçesinde gözünü açacaktı.

Medine'ye hicret etmemiş, Mekke'de kalmış, orada yaşıyordu.

Birgün geldi, Peygamber Efendimiz dünyasını değiştirdi, âhirete göç etti. Sahabiler çok üzüldü, bir kısmı kendinden geçti. Bunlardan birisi de Hazret–i Ömer'di. Şöyle haykırıyordu:

"Kim Muhammed öldü, derse onun boynunu vururum."

Efendimizin ölümüne inanamıyordu. Peygamberimizi o kadar çok seviyordu.

Hazret–i Ömer gibi insanları bu halde görünce Hazret–i Ebû Bekir bir konuşma yaptı, şu gerçekleri dile getirdi:

"Kim Muhammed'e inanıyorsa o öldü, ama kim Allah'a inanıyorsa, o Hayy'dır ve diridir, ölmez." Hazret–i Ömer'e de hitaben, "Kendine gel ey Ömer!" diyerek teskin etmeye çalıştı.

Kısa süre sonra Hazret–i Ömer sakinleşmiş, Sahabeler de rahatlamışlardı.

Mekke'deki sahabelerin durumu da Medine'dekilerden pek farklı değildi. Büyük bir yıkıma uğramışlardı. Aralarında Hazret–i Ömer gibi aşırı derecede üzülenler olmuştu.

Bu esnada Hazret–i Süheyl aynen Hazret–i Ebû Bekir'in yaptığı konuşma gibi bir konuşma yapmış, Sahabeleri teskin etmiş, ortalığı yatıştırmıştı.

Hz. Süheyl İslâm öncesi yaptığı konuşmalarla nasıl Kureyşlileri Müslümanların üzerine kışkırtıyorsa, o etkili dili kullanarak bu sefer de Müslümanları rahatlatmış ve diliyle İslâma hizmet etmişti.

Peygamberimizin Hazret–i Ömer'e sözünü ettiği mesele böylece ortaya çıkmış oluyordu.

Kurtlar çoban olunca

Efendimiz sadece insan canavarları değil, dağların canavarı, çobanların korkulu rüyası, koyun ve keçilerin kâbusu olan kurtları da sevgi hâlesi içine almıştı. Kurtların çoban olduğu bir devir ki, anlamaya, anlatmaya ve yaşamaya değer...

Çoban Medine'nin dışında, dağlık bir kesimde sürüsünü otlatıyordu. Bir ara sürünün dağılmaya başladığını gördü. Keçiler, koyunlar sağa sola kaçışıyorlar, zapt olmuyorlardı. Dikkat etti, baktı ki, sürüye kurt dalmış, keçinin birisini de kapmış, götürmeye çalışıyordu. Hemen gitti, keçiyi kurdun ağzından kurtardı. Kurt çobana saldırmadı, birden bire çıkıştı, başladı konuşmaya:

"Allah'tan korkmadın da mı, rızkımı elimden aldın?"

Çoban şaşırdı, yılların çobanıydı, ama kurdun insan gibi konuştuğunu hiç görmemişti ve duymamıştı, ama kendini tutamadı:

"Hayret doğrusu" dedi, "bu kurt tıpkı insan gibi konuşuyor?"

Kurt susmuyordu, konuşmaya devam etti, aynı şekilde çobana karşılık verdi:

"Asıl hayret edilecek kişi sensin. Sürünün başında duruyorsun da Allah'ın gönderdiği peygamberden haberin yok. O öyle bir peygamber ki, Allah ondan daha büyük ve şerefli bir peygamber göndermemiştir. Cennet kapıları ona açılmıştır. Cennet ehli onun sahabilerini seyrediyor. Nasıl savaştıklarını ibretle izliyorlar. Seninle onun arasında sadece bir vadi vardır. "Haydi git de onların arasına katıl."

Kurt doğru söylüyordu ama sürüyü dağ başında bırakıp nasıl gidecekti? Üstelik kurt da oradaydı, nasıl itimat edecekti? Kurda dedi ki:

"Tamam, ben giderim ama benim keçilere kim bakacak?"

Kurt, "Ben bakarım" dedi, "Sen dönünceye kadar onları gözetlerim."

Artık yapacak bir şey yoktu. Kurdu Allah konuşturuyordu. Çobanlığı kurda devretti, şehre indi, doğruca Peygamberimizin huzuruna gitti. Durumu anlattı ve iman etti

Tekrar sürüsünün başına döndü. Bir de baktı ki, kurt çobanlığa devam ediyor. Sürüde herhangi bir kayıp yok. Gitti, sürüden bir keçi tuttu, getirdi, kurda ikram etti. Çünkü kurt kendisine hem rehberlik yapmış, hem de sürüsünü korumuştu.

Evet, onu evcil hayvanlar değil, canavarlar, yırtıcı hayvanlar da seviyordu. Davasını insanlara ulaştırıyordu. Kurt kurtluğunu bırakmış, insanları imana ve İslâm'a davet ediyordu.

Kurtlar da onun getirdiği hidayet, barış ve huzur ortamından istifade etmişler, dağdaki insanları Efendimizin huzuruna göndermişlerdi.

Bu örnekleri çok dile getirmek, çok anlatmak, yaygınlaştırmak lazım. Sevgiden mahrum gönülleri, barışa düşman bakışları, kinle dolan gözleri bu sevgi güneşine çevirme görevi bizi bekliyor.

 

Yazının Devamı