Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Modern dünyada Muhammedi Ahlaka Duyulan İhtiyaç

Modern Dünyada Muhammedi Ahlaka Duyulan İhtiyaç

Prof. Dr. Mehmet Soysaldı

Özellikle son birkaç asırdır pozitivist anlayış, insanı inançlardan ve ahiret bilincinden uzaklaştırmıştır. Günümüzde birçok değer yargısı değişmiş ve ahlâkî bir erozyon hızla devam etmektedir. Dünyevileşen insanın elinden tutulup Rabbiyle buluşturulması ve tekrar ona ahiret bilincinin verilmesi gerekmektedir. Her türlü kötülüğün temelinde inançsızlık vardır. Özellikle ahirete iman şuurundan uzaklaşan insanlar, daha kolay kötülük yapabilmekte ve günah işlemektedirler.

Dünyevileşme gün geçtikçe artmakta, insan zevk peşinde koşmakta ve sadece tatmin arayışına girmektedir. Günümüz insanı, nefsini tatmin için her türlü yola başvurmaktadır. Zevk ve sefa toplum sağlığını tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Zevk kültürü, insanlar arası ilişkileri bir mücadele zemininde ele almaktadır. Bugünün gençliğine baktığımızda çoğunluk itibariyle aşırı bir hırs ve büyük bir tutku içerisinde dünyaya yöneldiğini görmekteyiz. Özellikle bazı zengin aile çocukları satanizm gibi sapık yollarla tatmin arayışına girmektedirler. Bugün pek çok gencin ideali yoktur. Çünkü popüler kültür, gençlerin idealsiz yetişmelerine sebep olabilmektedir.

Muhammedî ahlâka ve onun insanlara getirmiş olduğu evrensel prensiplere bugün her zamandan daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Birçok değer ve kıymet hükmünün alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflas ettiği, Muhammedî bir havanın bizden uzaklaştığı günümüzde, Hz.Peygamber (s.a.s)’e uymak bütün meselelerimizi halledecektir. Zîra sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde; “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir”1 buyurmaktadır.

Biz Müslümanlar ne bulduysak Hz. Peygamber’e uymakta bulduk, yine ne bulacaksak O’na yaklaşmada, O’nu anlamada ve O’na uymakta bulacağız.

a) Peygamber Efendimiz Bizlere Örnektir

Büyük meselelerin çözüm beklediği çok çetin günlerdeyiz. Hangi asırda yaşarsak yaşayalım, nerede bulunursak bulunalım, önümüzde cereyan eden hadiseler hangi cinsten olursa olsun, bizler, Hz.Peygamber (s.a.s)’i hayatımızda örnek edinirsek kurtuluşa ereceğiz. Aksi takdirde kurtuluşumuz mümkün olmayacaktır.

Nitekim Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, mü’minlere Hz. Peygamber (s.a.s)’i örnek gösteriyor ve şöyle buyuruyor: “Allah’ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah’ı çokça zikreden siz mü’minler için Allah’ın Resûlünde pek güzel bir örnek vardır.”2

Ayrıca Yüce Allah, “Resûl size neyi verdi ise, onu alın! Neden men etti ise ondan da sakının”3 buyurmaktadır. Zaten O’nun sözleri ve hareketleri kendi heva ve hevesinin eseri değil, Yüce Mevlâ’nın vahyi iledir.4

b) Hz.Peygamber (s.a.s)’e İtaat Gereklidir

Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyette Peygamber Efendimiz’e itaat etmek, Allah’a itaat etmekle denk tutulmuştur. Yüce Allah, Nisâ suresinde şöyle buyuruyor: “Resûle itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.”5 Bu âyette, Allah’ın elçisine itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Diğer bir âyette de Allah’ın sevgisine ve mağfiretine nâil olabilmek için, Hz.Peygamber (s.a.s)’e tâbî olmak emredilmektedir:

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”6

Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Allah’ın rızası ve sevgisi Hz. Peygamber (s.a.s)’in sünnetine uymakla elde edilir. Bir mü’minin en büyük ideali, kendisini Allah’a sevdirmektir. Yani O’nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.

Aslında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar, işlenen her çeşit hayır, İslâm yolunda tüketilen bütün nefesler tek gayeye bakar; o da Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bunun da tek yolu, Resûlüllah (s.a.s)’in sünnetine uymak ve hayatımızı onun hayatına benzetmek ve onu örnek edinmektir.

Yüce Allah, küçük-büyük her meselede Hz.Peygamber (s.a.s)’e uymayı, O’nun verdiği hükme razı olup teslim olmayı, imanın gereği saymaktadır:

“Rabbin adına yemin olsun ki, onlar, aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe asla iman etmiş olmazlar.”7

Yüce Allah, bu âyette şu üç noktaya dikkatimizi çekiyor:

1. Her meselede Resûlüllah’ın hakemliğine başvurmak.

2. O’nun verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sı kıntı ve rahatsızlık duymamak.

3. Tam bir teslimiyetle O’na boyun eğmek

 Kur’ân-ı Kerim, mü’minlerin mutlak teslimiyetten başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile şöyle haber veriyor: “Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur.” 8

Kur’ân’da bazı âyetlerde Hz. Peygamber’e (s.a.s) isyan, hüsran ve bedbahtlık sebebi olarak bildirilmektedir. “Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına büyük bir felaket gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar” 9

Nisâ suresinde ise aynı husus şöyle dile getirilir: “Kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda yapayalnız bırakırız ve onu cehenneme sokarız! Cehennem ne kötü bir yerdir.” 10

Allah Resûlü’ne (s.a.s)’e tâbî olup, O’nu örnek edinmek hususunda bizzat Resûlüllah’ın söylediği birkaç hadisi de hatırlayalım. Hz.Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur.” 11

Buhârî’nin rivâyet ettiği bir başka hadis-i şerifte ise, Hz.Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Bütün ümmetim cennete girecektir, ancak yüz çevirenler müstesnâ!

Dediler ki:

— Ey Allah’ın Resûlü! Yüz çeviren kimdir?

— Kim bana itaat ederse cennete girer. Bana isyan edene gelince o, yüz çevirmiştir.”12

Peygambere ve getirdiği esas ve prensiplere uymamız, yaratılışımızdaki amaca, kâinat planındaki belirlenen yerimize uygun bir yol tutmamız ve ona göre hayatımızı düzenleyip yaşamamız demektir. Zira bizi ilim ve kudretiyle yaratan Yüce Allah, bizi dünya ve ahirette saadete götürecek yolları gösteren mesajını, peygamber ve indirdiği kitap vasıtasıyla bildirmiştir.

Bu dünyada Peygambere itaat etmenin, O’nu örnek edinmenin önemini anlamayıp, O’na itaat etmeyen kişi ahirette pişmanlık duyacaktır. Nitekim Yüce Allah, âhirette bu pişmanlığı duyanların halini bize şöyle açıklamaktadır: “ O gün zalim, parmaklarını ısırır “Eyvah!” der, “keşke o Peygamber’in maiyetinde, izinde bir yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim!” 13

c) Muhammedî Ahlâkın Temel Özellikleri

Peygamber Efendimiz (s.a.s) insanlığa sunduğu bütün fazilet ve yüksek ahlâkın en mükemmelini bizzat kendisi yaşamıştır. Nitekim sahih hadis kaynaklarında nakledildiğine göre, bir gün Hz.Aişe’ye sevgili peygamberimizin ahlâkının nasıl olduğu sorulmuştu. O da muhatabına: “Sen Kur’ân-ı Kerim’i okumuyor musun? O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır.”14 demiştir. Ayrıca Kur’ân da O’nun en güzel ahlâk üzere olduğu şu şekilde bildirilmektedir: “Her hâlde Sen, ahlâkın -Kur’ân buudlu, ulûhiyet eksenli olması itibarıyla- ihâtası imkansız, idrâki nâkabil en yücesi üzeresin.” 15

İnsanlık o ilahî ışıktan uzaklaştıkça yine eski cahiliye devri örf ve âdetlere tekrar dönmeye başlamıştır. Çağımızda ilim ve teknik ilerlemesine rağmen, insanlığın vardığı ahlâkî durum pek iç açıcı değildir. İnsanlık yine bir sıkıntı, stres ve buhran içindedir. Yine hakkın kuvvetlinin elinde olduğu, zulüm, haksızlığın, hırsızlığın, yolsuzluğun alabildiğine yayıldığı bir çağda yaşıyoruz. İnsana unvanına, parasına ve gücüne göre değer verildiği, insan haklarının çiğnendiği günümüzde, insanlık bir arayış içindedir. İnsanlık içine düştüğü bu buhranlardan kurtulmak için bir kurtarıcıya ihtiyaç duymaktadır. İnsanların düştüğü kötü sonuç bu ihtiyacı pek açık ve net olarak ortaya koymaktadır.

İnsanlar gerçek kurtuluşa erişmeyi istiyorsa o zaman örneğini ve rehberini iyi tayin ve tespit etmeli, ona göre hayatına yön vermelidir.

Hz.Peygamber’in bize getirdiği evrensel mesaj olan Kur’ân’a baktığımızda, Kur’ân’ın bize en güzel örnek ve rehber olarak Hz. Muhammed (s.a.s)’i takdim ettiğini görüyoruz. O halde Hz.Peygamber ve O’nun sünnetine uymaktan başka yol yoktur.

Hz.Muhammed (s.a.s)’in sünneti denilince hemen akla her şeyden önce sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü ve onun kâmil ahlâkı gelmesi gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.s) “ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmaktadır.16

Burada günümüz insanının çok ihtiyaç duyduğu ve örnek alması gereken Hz.Muhammed (s.a.s)’in bazı temel ahlâkî özelliklerini açıklamak istiyoruz.

Doğruluğu

Ahlakı Kur’ân’dan tarafından bütün insanlığa örnek gösterilen Peygamber Efendimiz, Kur’ân’ın bildirdiği güzel ahlâkın ilkelerini herkesten önce kendi hayatında tatbik etmiştir. Kur’ân’da bizlere emredilen hususlardan biri de doğruluktur.17 Hz.Peygamber, bir doğruluk abidesi idi. Onun en büyük hedeflerinden biri de doğru insanlardan meydana gelen bir toplum oluşturmaktı. Bu bakımdan önce kendisi doğruluk örneği olmuştur. Doğruluk onun hayatının her safhasında görülen bir haslettir. Onun içi ile dışı, özü ile sözü birdi. Bir başka deyişle O, olduğu gibi görünür göründüğü gibi olurdu. Onun söyledikleri ile yaptıkları arasında bir farklılık görmek mümkün değildir. Hayatı boyunca insanları doğruluğa sevk etmeye gayret göstermiştir. Bir defasında kendisine nasihat etmesini isteyen bir kimseye: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol”18 buyurmuştur.. Hz.Peygamber, doğruluğu Allah’a imandan sonra dile getirmiş ve doğrulukla Allah’a iman arasında bir bağlantı kurmuştur. Yine bir başka hadisinde; “Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi “birr”e (iyiliğe), o da sizi cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğru iş yaparsa Allah katında sıddıklardan yazılır. Yalandan sakınınız. Yalan da insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan üzere iş yaparsa Allah katında yalancılardan yazılır.”19 buyurmuştur.

Bir defasında Resûlüllah ashabına: “Bana şu altı şey hakkında söz verin, ben de size cennete gireceğinize dair garanti vereyim:

— Konuştuğunuz zaman doğru konuşun!

— Va’dettiğiniz zaman yerine getirin!

— Emanette emin olun!

— Irzınızı namusunuzu koruyun!

— Gözlerinizi harama bakmaktan sakının!

— Ellerinizi haramdan uzak tutun.”20 demiştir.

Hz.Peygamber, en doğru insandı, O’nun dostları bir tarafa, baş düşmanları bile doğruluğunu itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Getirdiği dini yalanlamışlar, ama onu yalanlayamamışlardır. Bu hususta İslâmın meşhur baş düşmanı Ebu Cehil’in iki itirafını nakletmek yeterlidir: Ebu Cehil bir defasında ona (s.a.s) şöyle demişti: “Ey Muhammed! biz seni yalanlamıyoruz, fakat senin getirdiklerini yalanlıyoruz.” Bedir savaşı olacağı gün müşriklerden Ahnes b.Şerik, Ebu Cehil’e hitaben, “Ya Ebe’l-Hakem, şurada senden ve benden başka kimse yok. Doğru söyle, Muhammed sadık mıdır, yalancı mıdır?” demişti. Ebu Cehil’in cevabı çok açıktır: “Vallahi Muhammed sadıktır, doğrudur. O, hayatında hiç yalan söylememiştir.”

Doğruluğun zıddı olan ikiyüzlülük, yalancılık, sahtekârlık gibi kötü huylar bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurma imkânını ortadan kaldırır. Peygamber Efendimiz de daima, insanlara bu kötü huylardan şiddetle kaçınmalarını söylemiştir. İnsanlar, kendilerine daima yalan söyleyen ikiyüzlü, sahtekâr kişilere inanmazlar ve söylediklerine itibar etmezler. Dolayısıyla İslâmı insanlara aktaracak tebliğ ve davet görevini yerine getirecek olan insanların hayatları boyunca doğruluktan kesinlikle ayrılmamaları gerekir.

Güvenilir Oluşu

Güzel ahlâkın en önemli özelliklerinden olan güvenilirlik, peygamberlerin niteliklerindendir. Resûlüllah (s.a.s), gençliğinden itibaren güvenilir olarak tanınmıştır. O, yirmi beş yaşlarında iken Mekke’de “el-Emin” diye anılıyordu. 35 yaşında iken, Kâbe’nin tamiri esnasında Hacerü’l-Esved’in yerine konulmasında Kureyş kabilesi arasında çıkan anlaşmazlıkta meselenin halledilmesi, ertesi gün Kâbe’ye ilk girecek şahsa bırakılmıştı. Tam o esnada Hz. Muhammed’in geldiğini görünce “el-Emin” geliyor diyerek sevinmişlerdi. Onun “el-Emin” lâkabıyla anıldığına dair kaynaklarda daha pek çok örnek vardır.21

Mekkeliler, kendisine kıymetli eşyalarını teslim ederlerdi. Hz. Muhammed, bu emanetlere asla ihanet etmez ve sahiplerine sağlam bir şekilde iade ederdi. O, emanetlere en zor anında bile hainlik yapmamıştır. Bilindiği üzere Medine’ye hicret edeceği gece müşrikler, öldürmek maksadıyla onun evini kuşatmışlardı. Evini terk etmeden önce, yanında bulunan emanetleri Hz.Ali’ye teslim etmiş ertesi gün sahiplerine vermesini istemiştir. Burada dikkat çekici bir husus vardır. Hz.Muhammed’in Hz.Ali’ye teslim ettiği bu malların müşriklere ait olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o sırada Müslümanlar Medine’ye hicret etmişlerdi. Mekke’de sadece birkaç Müslüman kalmıştı. İşte İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s) güvenilir bir insandı. En hassas zamanlarda dahi kesinlikle emanete ihanet etmemiştir. Bu açıdan bir Müslüman olarak bizlerin kendi hayatımızı gözden geçirmeliyiz.

Şâyet O, davranışlarıyla güven vermeyen birisi olsaydı insanlar onun etrafında toplanmazlardı.

Hoşgörü

Peygamber Efendimiz, bir şey öğreteceği veya öğütleyeceği zaman, önce karşısındakini tatlı dille yumuşatmış, gönlünü kazanmış, sonra söyleyeceğini söylemiştir. Böylece muhatap söyleneni dinlemeye ve anlamaya hazır hâle getirildiği için konuşmaları etkili, daveti başarılı olmuştur. Bu hususla ilgili Resûlüllah’ın (s.a.s) hayatından birçok örnek aktarmak mümkündür.

Meselâ, bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna bir genç gelmişti. Bazı rivâyetlerden bu gencin isminin Cüleybib olduğu anlaşılmaktadır. Bu genç gelir ve: “Ya Resûlâllah!, zina için bana izin ver, çünkü tahammül etmem mümkün değil.” der. Orada bulunanların reaksiyonu çeşitli olur. Kimisi o gencin ağzını kapamak ister ve “Resûlüllah’a karşı böyle terbiyesizce konuşma!” imasında bulunur. Kimisi onun eteklerinden tutup çeker. Kimisi de suratına bir tokat vurmak niyetindedir. Ama, bütün bu olumsuz davranışlara sadece şanı yüce Nebi, şefkat peygamberi ve merhamet abidesi, susar. O genci dinler, sonra da yanına çağırır, dizlerinin dibine alır ve oturtur. Buraya kadar olan muamelesiyle zaten onu büyülemiştir... ve büyülenmiş bu gence sorar:

— Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?

— Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Resûlü, iste mezdim.

— Hiçbir insan da, annesine böyle bir şey yapılmasını istemez.

— Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını is ter miydin?

— Canım sana feda olsun Ya Resûlâllah, istemezdim.

— Hiçbir insan da, kızı için böyle bir şey yapılmasını is temez.

— Halanla veya teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin?

— Hayır, Ya Resûlâllah, istemezdim.

— Kız kardeşinle bir başkasının zina yapmasını ister miydin?

— Hayır, hayır, istemezdim.

— Hiç kimse de, halasıyla, teyzesiyle ve kız kardeşiyle zina edilmesini istemez.

İşte bu şekilde akıl ve mantık yoluyla Resûlüllah, genci ikna etmiş ve elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etmiştir: “Allahım, bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza eyle.”22

Anlatıldığına göre, Cüleybib, bu duadan sonra iffet abidesi hâline gelmiştir. Fakat daha önceki hayatı bilindiği için, hiç kimse ona kız vermemektedir. Sonunda Allah Resûlü, araya girer ve Cüleybib evlenir. Evlendikten sonra katıldığı ilk muharebede şehit düşer. Muharebe sonunda Allah Resûlü, etrafındakilere sorar: “Hiç eksiğimiz var mı?” Cevap: “Yok ya Resûlâllah, hepimiz tamamız.” derler. Ama Allah Resûlü: “Benim bir eksiğim var.” der ve evlâdını yitirmiş, üzüntülü, yüreği yaralı bir baba gibi Cüleybib’i arar.. arar ve bir yerde bulur. Yedi kâfirin yanında, üstü başı kanlı, her yeri yara içinde ve elinde kılıcı şehit olmuştur. Resûlüllah (s.a.s), Cüleybib’in başını dizine koyar ve şöyle buyurur: “Allahım, bu bendendir, ben de ondanım.”23

Bu hususta başka bir örnek daha zikretmek istiyoruz. “Yine bir gün Peygamberimiz, sahabeyle birlikte Mescid-i Nebevî’de sohbet ederlerken bir bedevî çıkageldi. İhtimal Hz. Peygamber’e bir şeyler sorup öğrenecekti. Fakat bu adam, gitti ve zemini toprak olan mescidin bir tarafına idrar etmeye başladı. Oradakiler, dur, yapma diyerek adama engel olup onu dövüp mescitten uzaklaştırmak istediler. Allah Resûlü: “Adamı bırakın, ihtiyacını gidersin.” buyurdu. Adam, ihtiyacını giderdikten sonra Resûlüllah Ashabına: “Gidin bir kova su getirip idrarın üzerine dökünüz; su, o pisliği alıp götürür, orası da temizlenir.” buyurdu. Ashaptan birine de o bedevîyi çağırmasını istedi. Bedevî yanına gelince dizlerinin dibine alıp oturttu. Gâyet yumuşak bir lisanla mescidin fonksiyonunu ona şöyle anlattı: “İdrar ve pislik cinsinden şeyler bu mescitlere yakışmaz. Buralar, ancak, Allah’ı anmak, namaz kılmak ve Kur’ân okumak için yapılmıştır.”24 Adam, yaptığı hatayı anlayarak mahcubiyet içinde kalkıp gitti.

Herkesin hayret ve ibret nazarları altında cereyan eden bu hâdisenin böylesine musamaha

içerisinde kolayca çözülmesine akıl erdiremeyen ashabına Allah’ın Resûlü bakınız ne diyor: “Öyle şaşkın şaşkın yüzüme bakmayınız. Sizin yapmak istediğinize elbette müsaade edemezdim. Çünkü ben, kolaylaştırıcıyım, güçleştirici olarak gönderilmedim.”25

İşte bu olayda görüldüğü gibi, Peygamberimiz, bu kişiyi azarlamamış, ona hakaret etmemiş, bilakis işini bitirinceye kadar rahatsız edilmesine engel olmuş, sonra da onu küstürmeden doğruyu öğretmiştir.

Hz.Peygamber hoşgörüsüyle insanların kalplerini kazanır, nefret ettirmezdi. O etrafına hoşgörülü ve yumuşak davranan birisiydi. Bağırıp çağırmaz, kimseyi incitmezdi. Ziyaretine gelenlere ikramda bulunur, gerektiğinde üzerine oturmaları için kendi elbisesini yere sererdi.

Sahabeyi hoşlanacakları en güzel isimleriyle çağırır ve onların sözünü kesmezdi. Herkese şefkat, merhamet ve acıma hisleriyle dolu olduğu ayetlerle tescil edilmiştir. Nitekim bu özelliği Kur’ân’da “Allah’ın rahmetinden dolayı Ey Muhammed sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlara bağışlanma dile...”26 şeklinde ifade edilmektedir. Şâyet, Hz.Peygamber yumuşak tabiatlı, güzel ahlâklı, halim ve müsamahakâr olmasaydı, insanlar muhakkak etrafından dağılıp giderlerdi.

Bu itibarla din hizmetinde bulunan kimselerin yumuşak, sakin ve tatlı bir üslûp ile konuşması gerekir. Sert ve kırıcı konuşmalar, nefret ve düşmanlığa sebep olur. Bu durum insanları karşı koymaya ve inatlaşmaya götürür. İnsan fıtratı gereği kabalık ve sertlikten hoşlanmaz.

Ahde vefa

Ahd, sözlükte “bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, talimat vermek, söz vermek” manalarına geldiği gibi, isim olarak da, “emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz” anlamlarına gelmektedir. 27 Kur’ân’ın ısrarla üzerinde durduğu hususlardan biri de ahde vefadır. Kişinin verdiği söz ister Allah’a isterse insanlara karşı olsun mutlaka kişi verdiği sözde durmalı ve sözünün gereğini yerine getirmelidir. Çünkü Yüce Allah; “Ey iman edenler! Yaptığınız akitlerin gereğini yerine getirin...”28, “Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.”29 “...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”30 buyurmaktadır.

Ahde vefa, İslâm ahlâkının en önemli prensiplerinden biridir. Kur’ân’da olgun müminlerin vasıfları sayılırken, onların ahde vefa gösterme özelliklerine işaret edilerek şöyle buyrulmaktadır: “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.”31, “Müminler, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler.”32

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Peygamber (s.a.s) de gerek peygamber olmazdan önce, gerekse peygamber olduktan sonra, hep verdiği sözde durmuş, ahdine vefa göstermiştir. Ümmetine de daima ahde vefa göstermeyi tavsiye etmiştir.

İşte içinde yaşadığı bunalımdan kurtulup, özgürlük, barış ve sevgi dünyasında yaşama özlemiyle bir arayış içine giren çağımız insanı, Hz.Muhammed (s.a.s)’i ve O’nun insanlık için getirmiş olduğu evrensel mesaj Kur’ân’ı, yeniden keşfetme yolunda adım adım ilerlemelidir.

Netice olarak diyebiliriz ki, insanlık, yeniden yapılanmanın merkezine, değişmeyen rehber Peygamber Efendimiz’i (s.a.s) ve onun insanlık için getirmiş olduğu -evrensel prensipleri içeren- Kur’ân’ı koyduğu gün, hasretini çektiği barış ve huzur ortamını yakalamış olacaktır. Zira Kur’ân ve Hz.Muhammed (s.a.s) insanlığın huzuru ve mutluluğu için gönderilmiştir.

______________

1- Müslim, Hac, 147., 2- Ahzab, 33/21.,

3- Haşr, 59/7., 4- Necm, 53/3-4., 5- Nisâ, 4/80.

6- Al-i İmrân, 3/31., 7- Nisâ, 4/65.

8- Ahzab, 33/36.,9- Nur, 24/63.

10- Nisâ, 4/115.,

11- Buhârî, Cihad, 109, İ’tisam, 3; Müslim, İmaret, 32-33; Nesâî, Biat, 27.

12- Buhârî, İ’tisâm, 2.

13- Furkan, 25/27-28.

14- Müslim, Müsafirîn, 139; ez-Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsiru’l-Münîr,

Beyrut, 1991, XXIX, 46.

15- Kalem, 68/4

16- Mâlik b.Enes, el-Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 8.

17- Bkz., Hud, 11/112; Şura, 42/15.

18- Müslim, İman, 62; Ahmed b.Hanbel, age., III, 413, IV, 385.

19- Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105; Ebu Davud, Edeb, 80.

20- Ahmed b.Hanbel, age., V, 323.

21- Sarıçam, İbrahim, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2001, s. 236.

22- Ahmed b.Hanbel, age., V, 256-257.

23- Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 131.

24- Müslim, Kitabu’t-Tahara, 100; İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec, el-Vefa bi Ahvâli’l-

Mustafa, Mısır 1966, II, 432.

25- Buhârî, Vudu’, 58; Müslim, Tahâre, 98.

26- Al-i İmran, 3/159.

27- Küçük, Abdurrahman, “Ahid”, Diyanet İslâm Ans., İstanbul 1988, I, 532, 533.

28- Mâide, 5/1.

29- Al-i İmran, 3/ 76.

30- İsra, 17/34.

31- Ra’d, 13/20.

32- Müminun, 23/8; Ayrıca bkz., Meâric, 70/32.