Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Multimedya Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Naat-ı Şerif- Şükrü Karaca

 

NAAT

ŞÜKRÜ KARACA (1956)

 

Çöl bir gül mekânıydı, gül mevsimindeydi o gece

Açmıştı tek gülünü güllerin sultanı Âmine.

 

Koptu kırk yerinden rüyaları müşriklerin

Şaşırdı Ebu Bekir çoğalan sürülerine.

 

Âmine’nin kucağındaydı işte Efendisi

Bekliyordu bir süt denizi gibi Halîme.

 

Kapıları muştulardı güvercin;

“kalk ey Muttalip uyan!”

Hamza’nın kılıcı ayaklandı Hamza’dan önce.

 

Akıl bir şehre hiç böyle uğramamıştır

Sorular şehridir artık bir uçtan bir uca Mekke.

 

Ellerinde aşk sancağı yağdı melekler

Ve bir düğün evi gibi şenlikli Kâbe.

 

Doğdu işte, doğdu adı doğmadan konan

O’na dönsün sırt çeviren ateşe.

 

En soylu taylarına hazırlandı küheylânlar

Civanlar şehadet libasın biçtirdi bile.

 

Uyan ey Mekke uyan, sar Beytullah’ı

Bildiğin ne varsa unut ve bekle!

 

 

II

Cebrâil

Efil efil esen bir cennet rüzgârı

“İşte bu!” dedi.

“Bu sabî”

Ardından

Bulutları dağıtan bir uğultu

Melekler bir ağızdan

“İşte bu”, dediler birbirlerine,

“İşte doğdu!”

 

Ölüler bir daha hayıflandılar

Yeryüzünün bütün ölüleri.

 

Bir el usulca okşadı köleleri

Döküldü sırtlarından kabuklar

O günün garib sevinciyle

O günkü güneşin doğduğu yere

İşaret koydular

Kendilerince

Köleler, yetimler ve çocuklar.

 

Âmine

Doğan güne karşı tuttu çocuğu

Dünya kabaran bir gül tomurcuğu

Çocuk ne yana baksa, Mikail orda kurar sofrasını

Meyveye duracak ağaçlar filizlenir

Ardarda  güzelleşir Mekke’nin bebekleri

Mekke’nin bu nazardan emîn bebekleri

Çocuk ne yana baksa o yana bakar Azrail

Eskilerin toprağa dökülür gözleri

Eskiler bilinen eskiler değil

Cebrail, Âmine’den aldı çocuğu

Gözlerine baktı

İki deniz birbirine aktı ve buluştu

Cebrâil nerdeyse tutuşacaktı

“Muhammed!” dedi

“Muhammed, Muhammed, Muhammed’sin sen!”

Melekler tek ağız, tek beden

Sallallâhü Aleyhi Vesellem

Sallallâhü Aleyhi Vesellem!

 

III

Senin hiç gülün oldu mu Hıra Dağı

Pınarın suyun oldu mu

Kucağın hiç böyle nurlu muydu Hıra Dağı

Hiç böyle titredin mi derinden

Hiç üşüdün mü

Kalbin hiç böyle durdu mu?

Ey dağların bilgesi,

Olmazları unut,

Unut şimdi bütün bildiklerini.

 

Mekke uyuyor musun?

Başına devlet kondu, sen uyuyor musun?

Talihin başa döndü, sen uyuyor musun?

Tomurcuk güle döndü, Hıra bir misk ambarı

Üstüne açılırken kelâmın kapıları

Mekke uyuyor musun?

 

Hıra

Bezm-i Elest’ten hâtıra

Bir dost sofrası

Rüyaların söylediği visâl yeri burası

Akıllara sığmayan rüyaların

Üç yıldır Muhammed’i sınayan rüyaların.

 

IV

Hakikat eşiğinde beklenmiyor

Gel ey Dost!

Hasretinin Hıra bile çekemiyor

Seni ister istemeyi bilenler

Gel ki can bulsun tenler, gel ey Dost!

Sen isimsiz yârisin Muhammed’in

Hem dilisin cânısın Muhammed’in

Bir işaret vermeye gel

Yalnız adını öğretmeye gel ey Dost!

 

Ve Hıra

Titredi ayağınını altında Mustafa’sın

Dünya eşini görmedi o ânın

Ve İKRA!

Ve korku

Ve şüphe ve belâ

Muhammed durdu:

“Okuma bilmem!”

Bir vahiy rüzgârı sardı belinden

Sardı Cebrâil

Sevgiliye fısıldadı yeniden;

“OKU!”

Ve Muhammed okudu.

“Bism-i rabbikelleziy halak

Halakal’insânee min alak.”

 

Doğruldu örtüler altından

Ve söz tahdından okudu Nebî

Ve Hatice

Ve Zeyd

Ve Ali

Şâdman

Çıktılar Mekke’nin vahşî karanlığından

Çıktılar önlerinde şahlık cemâli.

 

Ve söz tahtından okudu Nebî

Dinledi Ebu Bekir

Dinledi şâhitler şâhidi

Dedi ki, kabûlüm

Resûl’üm, Efendi’m, Sevgili’m!

Gözüm aldatır beni sen aldatmazsın.

 

Sıddık oracıkta gösterdi hünerini.

 

V

Artık söz tahtından söylüyordu O

Yüzünü bu sözle yudu ay da güneş de.

 

Söz pehlivanlarının attan düşürdü bu söz

Zehirli meyveler yenir şimdi Kureyş’te.

 

Dürelim defterini dâr-ı dünyanın dendi

Hak yolun delileri girdiler bu sergüzeşte.

 

Yetiş ve tut ey Hamza kapısını Kâbe’nin

Kim senin bileğini bükecek bu güreşte.

 

Bu emanetler senin aç kapıları Rıdvan

Aşk en çetin usûllerle sınanıyor ateşte.

 

Boşa geçti bülbüler boşa geçti ömrünüz

Nebîler makamından okuyor Bilâl işte.

 

Dostun selâmı gelmiş şen olmuş dostun bağı

Melekler seyrangâhı bu gül ve bu güldeste.

 

 

VI

Aşk vardı

Ve Cebrail bile ağyardı

Çıktılar âlemin sır kapısından.

 

Mescid-ül Harâm

Mescid-i Aksâ

Gece Yürüyene iki konaktı.

 

Aşk vardı

Ve söze dökülse arzu

Âlemler ardarda tutuşacaktı.

Çıktılar âlemin sır kapısından

Bir melek

Ve melekler nebisi insan

Mârifet tâcını giydiren aşktı

Burak

Sevgiliden küçük bir ihsân.

 

Düşünceden  bile hızlıydı Burak

Yine derin uykulardaydı Mekke

Derin uykularda devrilen bardak.

 

Bu gece güller incitilmesin

Bu gece yalnızca İsrâ’ya adak

Bu gece güller incitilmesin.

 

Yolcuyu melekler hazırlasınlar

Ne bir toz zerresi, ne çölden bir kum

Yolcuyu melekler hazırlasınlar.

 

Bilginin ardında ne bilgiler var

Zaman çökertilir olduğu yere

Menzil eşiğine varır yolcular

Her şeyin “ol!” emri aldığı yere.

 

Aşk vardı

Ve Cebrali bile ağyardı

Ve Rab  maksadını hâsıl kıldı

Zâtını maksûda vâsıl kıldı

Aşk vardı

Aşıklar vardı

Gayrısı yoktu

Nûr vardı

Artık nûrun aynı yoktu

Apaçıktı işte sırr-ı İlâhi

Ve sırrın perdesi, kapısı yoktu.

 

VII

 

Ey kendi çölünde kör-topal giden

Bedir kervanına geç kalmışsın sen

 

Geçmez bu pazarda kelimelerin

Gün bile şavkını O’ndan alırken.

 

Gördüğün perdedir boşa döğünme

Ne anlarsın o sarhoşluk, o zevkten.

 

Kime seslenirsin “cânâ” diyerek

Çıkıp bir Uhud’a cândan geçmeden.

 

Kusvâ’nın dahi bir ikbâl tâcı var,

Hayaline sığmaz o sây, o semen.

 

Git yolunu süpür kirpiklerinle

Bir hoşnutluk devşir sahi köleysen.

 

 

Müşrik: Bir Allah’ı inkâr eden, şirk koşan

Muştu: Müjde

Şirk: En büyük günah olan Allah’a bir ortak kabul etmek

Küheylân: Cins Arap atı

Civan: Genç

Libas: Elbise

Sabî: Günah, sevap yaşına ermemiş çoçuk

Bezm-i Elest: Ezelde ruhların Allah’la ahitleştiği meclis

Visâl: Kavuşma

İkra: Oku

Bism-i rabbikelleziy halak: Yaratan Rabbinin adıyla

Halakal’insane min alak: O (Allah), insanı alaktan yarattı

Şâdman: Şaduman. sevinçli, neşeli

Cemal: Güzellik, yüz güzelliği

Dâr: Ev

Sergüzeşt: Bir kimsenin başından geçen hâl ve olaylar

Seyrangâh: Seyran yeri, gezi

Ağyâr: Yabancılar, başkaları

Marifet: Bilme, ustalık

İhsan: İyilik

İsrâ: Gece Yolculuğu

Menzil: İnilen yer, ev

Maksûd: İstenilen şey

Vâsıl kılmak: Ulaşmak

Şavk: Işık

Kusvâ: Nihayet, uç, nokta

İkbâl: Baht açıklığı

Sây: Çalışma

Semen: Kıymet

Devşir: Topla