Hz. Peygamber'in rahmet olma özelliğini topluma kazandırma çalışmasına bir eğitim yöntemi olarak bakıldığında, onun, en çok örnek olma ve yaparak-yaşayarak eğitme yöntemleri ile benzeştiğini söyleyebiliriz. Aslında kaynakların bildirdiğine göre Hz. Muhammed'in hayatının tamamı mükemmel bir örnektir. Onun bu durumu İslâm prensiplerini anlatmak için de bir öğretim metodudur. Böyle bir yaşama tarzının tek bir hedefi olmasından çok, bir çok hedefinin varlığından söz etmek daha doğrudur. Bunların birisi de insanları eğitmektir. Çünkü insanlar kişinin söz ile söylediğini, kendi hayatında uygulamasından da çok etkilenmekte ve onun bu durumunu model olarak kabul etmekte zorlanmamaktadır.
Hz. Muhammed'in eğitiminde bizzat göstererek ve uygulayarak öğretme belirgin şekilde görülen bir özelliktir. O öğüt vermekten çok, tatbikata önem vermiştir. Bizi bu hükme götürecek çok önemli bir anekdottan söz edilmektedir. Hz. Muhammed, bir gün cemaate namaz kıldırmak isterken minbere çıkar ve cemaat de ona uyup namaz kılar. Bundan maksadı, cemaatten herkesin onun nasıl namaz kıldığını iyice görmelerini ve onun fiillerini, yaptıklarını müşahede edip iyice kavramalarını sağlamaktı. Nitekim namazı kıldırdıktan sonra cemaate dönüp bu uygulamasının sebebini şöyle açıklar:
"Ey insanlar! Minber üzerinde durup size imamlık yapmamın sebebi şu idi: Bana uymanızı iyice sağlamak ve nasıl namaz kıldığımı öğrenmenizi kolaylaştırmak istedim."
Kur'ân'ın davranış örnekleri ile eğitimi, onun genel eğitim metodlarından biridir. Çünkü Kur'ân, insanlara çeşitli davranış şekillerini zaman zaman örnek olarak vermekte, insanların onları taklit etmesini istemektedir. Böylece bilgiyi nazarî olmaktan çıkarmakta, pratiğe çok yaklaştırmaktadır. Bu yöntemle öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur'ân bize, Rasûlullah(s.a.v.)'ın davranışlarından İslâm'ı öğrenebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu belirtmek suretiyle anlatır:
"Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah Rasul'ünde pek güzel bir örnek vardır."
Âyette belirtildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) bize İslâm'ı sadece teorik olarak öğretmemiş, aynı zamanda hayatın bütün safhalarında, ne şekilde tatbikata konacağını bizzat kendi davranışları ile göstermiştir. Böylece örnek hareketlerle Müslümanlara ders vermiştir. İşte bu örnek davranışlar, Ashâbın İslâm'ı daha kolay anlamasına ve tatbik etmesine sağlamıştır. Kur'ân bu gerçeği belirtmekte ve İslâm'ı anlamak isteyenlere Hz. Peygamberin hayatını örnek göstermektedir. Öğretme konusundaki bu yaklaşım bizim için de bir örnek teşkil etmektedir. Böylece İslâm'ı öğretme olayı tam olarak gerçekleşmiştir. Örneksiz eğitim, tam ve mükemmel olarak ortaya çıkmaz. Başarı da ancak sınırlı olarak gerçekleşir.
Çocuk eğitiminde de örnek hareketlerin son derece önemli yeri vardır. Çocuk kendisine öğretilen, tavsiye edilen davranışların bir örneğini yakın çevresinde, özellikle ailesinde görmek ister. Bu, onun için bir öğrenme kolaylığı olduğu gibi ikna ve tatmin olması için de bir ihtiyaçtır. Eğer çevresindeki hareketler kendisine söylenenin aksini gösterirse itimadı kaybolur. Giderek üzerindeki eğitim zorlaşır ve etkisini kaybeder. Dış tezâhürler, teveccühkâr bir bakış, tatlı bir tebessüm, sevgi dolu bir söz, bir hareket çocuğun kalbini kazanır. Fakat, onu asıl bağlayan günlük davranıştır. Eğer eğitimcinin hareketleri, davranış kurallarına uymuyorsa, onu hemen farkeder ve bunu bir nevi alçalma olarak algılar. Siz, onu küçük ödevlerini yapmaya sevk ediyorsanız, o, sizin büyük ödevlerinizi devamlı olarak yaptığınızı görsün. O zaman yalnız sizi sevmekle kalmaz, aynı zamanda size inanır da.
Yapılmasını tavsiye ettiği bir şeyi kendisi tatbik etmeyen bir eğitimcinin düştüğü çelişkiyi Kur'ân şöyle ifade eder:
"Ey insanlar! Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz!?"
Bu âyette, teori ile pratiğin arasındaki irtibatın çok kuvvetli olması gerektiği, bizzat eğitimci tarafından tatbik edilmeyen tavsiyelerin, muhatap üzerinde müspet etki yaratmayacağı ve bunun bir tutarsızlık olduğu anlatılmaktadır. Aynı mânâyı tamamlamak üzere bir başka âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Kitabı okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutur da başkalarını mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?"
Âyette, iyilik yapılmasını isteyip de kendisi iyilik yapmayan kişilerin bu gayretlerinin faydasızlığı ve böyle bir tutumun, ahmaklığın bir çeşidi olduğu zarif bir şekilde belirtiliyor ve bu konuda insanlar, özellikle eğitimciler uyarılıyor. Böyle bir hareket şu üç noktadan yerilmiştir:
1-İyiliği emretmek suretiyle başkasını bu iyiliğin sonuçlarından faydalandırıp, kendi nefsini bu faydadan uzak tutmak bir çelişkidir.
2-Başkasına vaaz ve nasihat verip, kendisinin, kendi nasihatini dinlememesi, kişinin söylediklerini fiilen tekzip etmesidir.
3-Verdiği nasihatin aksini yapmak, o nasihatin değerini düşürür. Herkesin ondan uzaklaşmasına sebep olur.
Bu ayette kendisinin yapmadığı bir şeyi başkasına tavsiye etmenin tutarsızlığı vurgulanmış, fakat, yapılmayan davranışların tavsiye edilmesi dinen yasaklanmamıştır. Böyle bir yöntemi yasaklamayıp ince bir şekilde tutarsızlığını belirtmek, onun eğitim değerinin olmadığını gözler önüne sermek içindir. Sözlerimizin eğitim değeri kazanabilmesi için, en azından kendimizden o sözlerin zıddı davranışlar sudûr etmemesi gerekir. Tabiî en güzeli o sözlerin davranışlarımızla tamamlanmasıdır. Özellikle çocuk eğitiminde buna dikkat etmek gerekir. Çünkü çocuk da sözlerimizle hareketlerimiz arasında bağı anlayıp değerlendirebilecek bir idrake sahiptir.
Şu söz ve davranışların eğitim değeri olduğunu kim iddia edebilir?:
"Ben sana küfür etme demedim mi geri zekâlı?" veya "Kardeşini niçin dövüyorsun. Gel bakayım buraya deyip kulağını çekmek veya dövmek." Bunlar olumsuz örnekleri sunmanın çok oturmuş misalleridir.
Konu ile ilgili âyetlerden biri de şudur:
"Doğrusu, ben kendisini Allah'a verenlerdenim diyen, yararlı iş işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?"
Âyette en güzel sözün Allah'a davet olduğu, fakat bu davetin ancak bazı esaslar üzerine oturtulursa, en güzel söz olma özelliğini kazanacağı belirtiliyor. Bu esaslar da şunlardır:
Davet, kuru bir sözden ibaret kalmamalı, aynı zamanda davet edenin hali, sözüne uygun olmalıdır. Yani, önce kendisini düzeltmelidir. Âyet aynı zamanda, kalben yapılması istenen bir işin lisânen de söylenmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Hz. Muhammed, insanlara teklif ettiği hususları herkesten önce kendi nefsinde, herkesin yapabileceğinden daha fazla olarak uyguluyordu. Şüphesiz, bu durum, davet olunanlara tesir eden önemli bir faktör olmuştur. Umman meliki el-Culendî'ye Rasûlullah'ın İslâm'a davet mektubu ulaştığı zaman, Hz. Peygamber'in hayatı hakkında bilgiler edinen melikin sözleri şöyledir: "Allah bana bu ümmî peygamberle delâlet etmiştir. O peygamber hiç bir iyiliği ilk önce kendisi uygulamadan emretmiyor, hiç bir kötülüğü de kendisi terketmeden yasaklamıyor." Veda hutbesinde öncelikle amcası Abdulmuttalib oğlu Abbas'ın alacaklı olduğu faizi kaldırarak faizi yasaklıyor, amcazadesi Rabia'nın kan davasını affederek kan davalarını ayakları altına alıyordu. İnsanları affetmeyi ashabına öğretirken Hz. Aişe'nin ifadesiyle şahsına yapılan hiçbir kötülüğü cezalandırmıyor, sığınmak için gittiği Taif'den taş yağmuru altında kan revan içinde dönerken
"Allah'ım , bu kavimi doğru yola ilet. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar."
Diye dua ediyor, kavmim diyerek kendisini taşlayan putperestlerden nispetini bile ayırmıyordu. Kötü kokan gömleğini elindeki asa ile karnına dürterek çıkarmasını istediği Sevâd'ın bu dürtmeye kısas istemesini derhal karnını açarak ashabına küçücük meselelerde bile örnek oluyor, hak sahibine hakkını teslim ediyordu. Vefatına yakın insanları toplayarak,
"İşte sırtım! Sırtına vurduğum kısas yapsın. Malını aldığım işte malım, içinden hakkını alsın. hakaret etmiş isem işte şerefim intikamını alsın. Kimse benden bir itiraz gelecek diye de çekinmesin."
Diyerek kul hakkına olan saygıyı öncelikle kendi yaşantısında gösteriyordu.
Söz ile davranış arasındaki uygunluk muhatabın kafasında güvenilirlik vasfını ortaya çıkarır. Mekkeliler, Hz. Peygamber Efendimizin nübüvvet öncesi ve sonrası hâlini ve yaşayışını gayet güzel biliyorlardı. Bundan dolayı, peygamberliğinde temel fikrine karşı koyarak tevhîdi kabul etmemek, yayılmasını engellemek için her türlü yola başvurdukları halde, şahsî yaşayışı hakkında en küçük bir ithamda dahi bulunamıyor, onun "el-Emîn"liğini kabul etmek mecburiyetinde kalıyorlardı. Çünkü o, sözüne ve işine güvenilir bir kişi idi.
İnsanlar örnek görmek isterler. Pedagojide, örnek almanın büyük değeri vardır. Her taklit olayı, hareket ve davranışlar, âdet ve alışkanlıklar şeklinde yaşayışa intikal eder. Bu kuraldan her eğitim faaliyetinde istifade edilir. Meselâ çocuğuna eğitim vermek isteyen bir aile, ona "taklit edilecek iyi örnekler" göstermek zorundadır. İslâm'ın emrettiği esasları ciddî ve samimî olarak aile büyükleri yaparsa, çocuklar önce bunları şuursuz olarak taklit edeceklerdir. Bu taklit giderek kuvvetli bir alışkanlık haline gelecektir. Çocuklukta kazanılan iyi alışkanlıklar, bütün hayat süresince devam eder. Öğretmen okulda, eğitimci muhatapları karşısında hal ve tavırları, fikirleri ve sözleriyle daima örnek olmalıdır. Bunlar yapılmadıkça eğitim ve öğretim için ne kadar gayret sarfedilirse edilsin, tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Genel kaide olarak diyebiliriz ki, tebliğ beşikten mezara kadar devam eden bir alıştırma ve iyi örnek olma işidir.
Yaşayışıyla güzel örnek olma kaidesinin etkisini gayet iyi bilen Peygamber Efendimiz, bizzat kendisi hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi, İslâm'a davet ettiği insanların İslâmî yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerini ona göre tayin ve tespit etmelerine imkân ve vesileler hazırlıyordu. Bedir Gazvesi'nde ele geçirilen esirlerin topluca bir yerde mahpus tutulmaları yerine birer birer Ashâb-ı Kirâm'a dağıtılarak misafir edilmeleri başka bir takım fayda mülâhazaları yanında büyük ölçüde, esirler Sahâbe'nin İslâm'ı yaşayışına vâkıf olsunlar diye olsa gerektir. İslâm düşmanı Benû Hanîfe reisi Sümâme'nin Müslüman olmasına Hz. Peygamber'in güzel muâmelesi, karşılıksız affı yanında mescitte bir direğe bağlı kaldığı müddet zarfında İslâmî tatbikatı görerek hakikati idrak etmesi de müessir olmuştur diyebiliriz. Taif Heyeti geldiği zaman, onları müslümanların Kur'ân okumalarını, ibadetlerini ve yaşayışlarını görsünler diye mescidin hemen yanında misafir ettiğini biliyoruz. Bütün bunlar, hep onların görerek eğitilmelerini sağlamak içindir.
"Daha ilk çağlarda Aristo, daha sonra İbn-i Sînâ öğretimde örneklerin önemine dikkat çekmiş, eski Romalılar da "Sözün yolu uzun, fakat örneklerin kısa ve etkilidir." demek suretiyle örnek vermenin eğitimdeki vazgeçilmez yerini belirtmeye çalışmışlardır."
Sonuç olarak, eğitimcinin muhatabı üzerinde müspet bir tesir icra edebilmesi için, kendisinin samimi olması ve sözlerini tatbik etmesi, düşündüklerini de söz ile ifade edebilmesi gerekmektedir, diyebiliriz. Çocuğun da verilen bu eğitimi alabilmesi için, muhatabına inanması ve hem zihinsel, hem de bedensel olarak bu hareketleri taklit edebilecek bir gelişim çizgisine ulaşmış olması gerekir.
Şimdi, yaşayarak eğitmenin muhataptaki alt yapısını oluşturan taklit ve özdeşleşme eğilimi üzerinde kısaca duralım:
1. Taklit
İnsanların küçük yaştan itibaren öğrenmelerini sağlayan mekanizma, ondaki taklit kabiliyetidir. Bundan dolayı eğitimciler taklit kabiliyetine hitap eden örnekle eğitim yöntemini çocuk eğitiminde hep öne çıkarmışlardır. Her insanın mutlaka bir örneği vardır. Çünkü, örnek alma eğilimi insanın doğumundan hemen sonra oluşur ve insanla birlikte gelişir. Çocukta bu eğilimin nereden geldiğini bilinmemektedir.
Mücerret sözler insana fazla tesir etmez. Ama insan "güzel bir örnek" karşısında kaldığında, hayranlık duyguları derhal harekete geçer ve onu yapmaya gayret eder. Özellikle çocuk düşünmez; dinler, gözler, sonra da taklit eder. "Örnek", ilk defa ailede oluşur. Çocuğun dinledikleri ve gördükleri, ister istemez hayatına girer. Daha kuvvetli bir örnek etkisinde kalmadıkça da aslâ silinmezler.
Örneğe yöneliş, her yaş için geçerlidir. Örnek alma ya da model gösterme, tutum geliştirmede de önemli bir metottur. Bu metotta kişi, modelin davranışlarını ve sonuçlarını gözler. Güçlü, mükemmel, yüksek mevkî ve yetki sahibi modeller, bu niteliklere sahip olmayanlara göre, daha sıklıkla taklit edilirler . İşte bütün bu gerçeklerden dolayı, Hz. Muhammed eğitimde "örnekle eğitim" yöntemine sık sık başvurmuştur.
Hz. Peygamber, zaman zaman da illet ve hikmetini sormadan, sebeplerini araştırmadan, O'nun yaptığını yapmaya çalışanları yani bilinçsizce taklit edenleri de ikaz ederdi. Bir keresinde namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına bırakmıştı. Bunu gören topluluk da aynı şeyi yaparak ayakkabılarını çıkardı. Namaz bitince, Hz. Peygamber "Niçin ayakkabılarınızı çıkardınız?" diye sorar. Onlar da: "Sizin çıkardığınızı gördük, onun için çıkardık." derler. O zaman Hz. Muhammed:
"Cebrâil bana onlarda pislik olduğunu haber verdi." diye bir açıklama yaparak, taklidin bilinçli yapılması gerektiğine dikkat çekmiş, bilinçsizce yapılan taklitten sakındırmıştır.
Kur'ân büyük-küçük bütün insanlara bazı şeyleri öğretirken onlara davranış örnekleri sunar, konuyu tablolar halinde gözler önüne serer. Böylece onlara bu yöntemi fiilen kullanarak da tavsiye eder.
Çocuk eğitiminde davranış örnekleri göstermenin önemli yeri ve çocukta öğrenmenin ilk yolunun, çevresinde gördüğü davranışları taklit etmesi ve öğrenmeye ilk adımını bu mekanizma ile atması sebebiyle, çocuğun çevresinde bol miktarda iyi davranış örnekleri meydana getirmeye dikkat edilmelidir. Çocuk her yerde soylu davranışlar görmelidir. Bu davranışlar da çocuğa hitap edici tarzda senaryolaştırılmalı, tabiîlik kaidesine uyulduğu kadar gelişi güzellikten de kaçınılmalıdır. Onda oluşturulmak istenen davranışlara onun ihtiyacı olduğu konusunda ikna edilmelidir.
Çocuğa taklit edeceği davranışları sunarken, bunların onun yapabileceği davranışlar olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü "Çocuğun taklit edebileceği hareketler fizyolojik yapısı ile sınırlıdır. Yapabileceği taklitlerin içinden bile seçme ve tercihler yapar. Bu tercihe etki eden şey de onun gelişme yolundaki ihtiyaçlarıdır."
Çocuk için taklit ettiği hareket kadar, o hareketin sahibi olan şahıs da önemlidir. Yani çocuğun taklit edeceği davranışları seçmesinde, bu davranışı yapan şahsın kimliğinin de önemli olduğu bilinen bir husustur. Bu tercihin fizyolojik dayanağı ırsiyet değil, daha yaşlı ve daha üstün kişilerin kendisinde meydana getirdiği etkidir. Öyle ise çocuk, taklit edeceği hareketleri ilk defa kendi üzerinde etkisi olan kişilerden genellikle de yakın çevresinden, seçecektir. Şüphesiz bu kişiler de ilk planda ana ve babadır. İşte, çok bilinen bu özelliği kullanmak suretiyle çocuk eğitiminde büyük mesafeler katedilebilir.
Din eğitiminde de taklit mekanizması çok canlı olarak işler. Çocuğu eğiten, ona din eğitimi veren kişilerin iyi kalpliliği ve dervişlikleri, çocuğun bu konudaki fikirlerinin oluşumunu etkiler.
Kur'ân davranışları taklit edilecek kişileri belirleyerek taklit mekanizmasını tavsiye eder.
"Bana yönelenlerin yoluna uy."
Bu âyette Yüce Allah, taklit edilecek kişilerin Allah'a yönelen kişiler olması gerektiğini belirterek, taklitte öncelikle bu şartın aranması gerektiğini bildirmektedir. Öyle ise, çocuğa taklit edeceği örnekler sunulurken bu hususa çok özen gösterilmelidir.
2. Özdeşleşme
Çocuk, başlangıçta değişken, kararı tam olarak belirlenmemiş, fakat uyum gücü ve eğilimine sahip bir yapıdadır. Bundan dolayı çocuk çevresinde gördüğü örnekleri benzeme ve aynîleşme (özdeşleşme, identification) mekanizması ile kısmen kendisine mâleder. Daha sonra da onları taklide başlar. Bu mekanizma aslında hayatın her safhasında faaliyettedir. Görüldüğü gibi aynîleşme olayı basit bir olay değildir. Bu olay belli bir süre devam edince itiyâdî bir durum kazanır. Hatta insanın şahsiyetinin oluşmasına bile etki edebilir. Bu etki sebebiyle fertler olayları başkaları gibi görmeye, hissetmeye başlarlar ve sonucu kötü bile olsa, onlar gibi davranışta bulunabilirler.
Özdeşleşme, bir başkasının vasıflarının, davranışlarının ve isteklerinin bir diğer şahıs ego'suna mâledilmesi haline denir.
Dinamik psikolojide ise ideal vasıflar değerini taşıyan şahıslara ve müesseselere kendini benzetme ve onları ileride günlük davranış, meslek ve eş seçimi gibi sosyal vazifelerde kuvvetle benimseme mekanizmasına özdeşleşme (identification) denir. Benimseme, rûha sulh, âhenk, tatmin ve saadet bahşeden fonksiyonlardan biridir. Ana gayesi diğer bazı şuuraltı mekanizmalarında olduğu gibi, insanı hayattaki güçlükler ve komplekslerden kurtarmaktır.
Bu mekanizma basit bir taklit değildir. Zira olağan taklit çabucak sönebilir. Halbuki benimseme zaman içinde insanın şahsiyet kalıbını teşkil eder; bizi başkaları gibi hissetmeye, görmeye, düşünmeye ve felâketlerde bile onlarla yanyana yürümeye sevkeder. Hayatın bütün sosyal müesseselerinde, tahsilde, dinlerde ve ideolojilerde bir çok prensip ve değerlerde rol oynar. Bu mekanizmanın sonuçları genellikle müspet olduğu halde, bazen de zararlı olabilir. Bazı gençler annesine veya babasına kuvvetli bir benimsemeyle bağlı olurlar. Evlenecekleri kızlarda annelerinin vasıflarını ararlar. Bu vasıfları bulurlarsa mesut olurlar. Aksi halde evliliklerinde bir çok problemin çıkacağı söylenebilir. Kızların da babalarının benzerlerini aramaları çok görülmektedir. Bazen de bu mekanizma bazı gençlerde ana ve baba hayatta iken evlenmeyi önler.
Okul hayatında da hocalarına büyük bir benimsemeyle bağlanan talebeler vardır. Bunlar bilhassa ana-babanın hakikî rollerini îfâ edememesi halinde, ana-babasında bulamadığı emniyet, sevgi ve himâyeyi hocalarında bulurlar; ana-babalarına karşı gösterecekleri benimsemeyi, hocalarına karşı gösterirler ve mesleklerini sırf hocalarını benimsedikleri için seçerler.
Ergenlikte gençler, psikolojik yapılarına, ebeveynlerine saplanma derecelerine, okul telkinlerine, okudukları eserlere, arkadaşlarına göre edebî, kültürel, dînî, ideolojik v.s. olarak çeşitli idealleri benimsemeler gösterirler. Ruhlarında ve kalplerinde yaşayan arzuları kahramanlarında realize ederler.
Sinema ve televizyon da benimseme bakımından müspet veya menfî rol oynayabilir. Bir çok çocuk hayal âlemini sinema filmlerinin maceralarında ve kahramanlarında kurar; hayran olduklarını, kuvvetli, itibarlı, sevilen ve sayılanları benimsemek ister. Benimseme mekanizması aile, okul ve toplumda çok önemli rol oynar. Bu, eğitim faaliyetlerinde de sık sık başvurulan bir mekanizmadır.
Çocuğun vicdanı ana-babasının bir özdeşi, bir kopyasıdır. Ana babalar sözleri ile oldukları kadar davranışları ile de çocuklarına ders vermektedirler. Çocukları giderek ana-babaların ahlâk ölçüleri ile özdeşleşerek onların ahlâkını kendilerine ahlâk yaparlar. Bu ahlâkın ortaya çıkış şekli çeşitli olabilir. Ayrıca çocuğun özdeşleşeceği davranışı zaman zaman seçtiğini de unutmamak gerekir.
Özdeşleşme ile sonuçlanan davranışlar, başlangıçta şuurlu ve iradeli değildir. Zamanla neyin ne olduğu ve neden dolayı yapıldığı idrak edilince bu hareket, şuurlu bir karakter kazanır. Önceleri düşünceye dönüşmeden, direkt olarak taklit edilen hareketler, taklit çoğaldıkça çocuğun iç dünyasında şekillenir. Böylece çocuk dış taklitten, iç taklide geçmiş olur.
Bazı kişilerde çok kuvvetli tesirler icra eden özdeşleşme mekanizması, ilerideki yaşlarda çocuğun örnek aldığı kişi ile bütünleşmesi sonucunu doğurabilir. Şöyle ki: Ana veya babasına bu çok kuvvetli özdeşleşme bağları ile bağlı olan bazı gençler, evlenecekleri kişilerde de ana veya babasının vasıflarını arar, hatta onlar sağ iken evlenmek bile istemeyebilirler. Bu hali ile özdeşleşme olayı kişilerin hayatında zararlı sonuçlara yol açabilir.
Günün Hadisi> |
|
Salavât ile ilgili yazılar |
Günün Kitabı |
Günün Hadisi> |
|
Salavât ile ilgili yazılar |
Günün Kitabı |