Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Alemlerin Efendisine

 

ÂLEMLERİN EFENDİSİNE BİR MEKTUP

 

Osman Said Demiryılmaz

 

22.04.2005

 

Bismillahirrahmanirrahim.

Esselâtü vesselâmü aleyke ya Resulullah! Esselâtü vesselâmü aleyke ya Habibullah! Esselâtü vesselâmü aleyke ya Seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirin, veselâmün ale’l-mürselîn.

Ey sevgililer sevgilisi, Habibullah, Resûlullah,

Rahman’ın günahkâr, aciz, gafil, gözü yaşlı kulundan sana sunulan bir aciz namedir bu yazılan satırlar. Sana bir mektup yazmak; bir kâğıt parçasının üzerinde parçalanan yüreğimi sana sunarken senin sohbetine dahil olma arzusuyla yanmak! Sana hasret çekmeyi unutmuş, sana lâyıkıyla ümmet olamayan, günahlarıyla seni üzen, yaratılan her zerrenin senin aşkınla yandığını idrak edemeyen benim şu küçük namemi kabul edersen eğer, bir salâvat-ı şerifle sana sesleniyorum bu satırlardan... Affet ya Resullullah (asm)! Affet sultanım. Cüretimi bağışla.

Ne kadar sana lâyık bir ümmet olamasam da seninle yaşıyorum saatlerimi Rabbimin huzurunda… Bir gün seni özlemiş, sana olan hasretiyle yanmış tutuşmuş bir güzel kul tanıdım. Yüzündeki o parlaklık ne güzeldi. Ama gözlerinin altındaki kızarıklık, alnındaki kıvrımlar, sakalındaki bembeyaz kıllar, şakaklarına yağan karlar bir şeyler haykırıyordu ya Resulullah (asm)! Ümmetinden bir kul, Rahman’ın güzel bir kulu. Gülüyordu çehresi. Nur saçıyordu. Benden bir bardak su istedi. Koştum, bir bardak su getirdim ona… Suyu aldı. Rabbim’e hamd ederek üç yudumda suyu içmeye çalıştı. Dudaklarında daima bir kıpırdanma vardı, suyu içerken zorlanıyor, zor yutkunuyordu, dertliydi bu mütebessim kul. Yüzüne her bakışımda gözlerinin daima artan ışıltısı dikkatimi çekiyordu... Ve birden ak düşmüş sakallarının iki damla gözyaşıyla ıslandığını gördüm. Ağlıyordu o ihtiyar amca ve gözyaşlarını saklama ihtiyacı hissediyordu. Ama gözleri coşmuştu bir kere, uzattığı bardağı bir kenara bırakıp yanına yaklaştım.

-Amca, dedim:

-Rahatsız mısınız? Bir şeyiniz mi var?

-Hayır evlâdım iyiyim sağol, dedi.

-Peki amca, niye ağlıyorsun, dedim.

-Peygamberimiz (asm) aklıma geldi birden. Onu düşündüm ve ağlayıverdim kusura bakma.

Gözünün yaşını sildi. Elhamdülillah dedikten sonra… Kenarda bucakta bir yere oturdu. Elinin tersiyle gözlerini siliyor ve cebindeki mendilini arıyordu. Ben de mutfağa gidip yeni demlenmiş çaydan bir bardak çay getirdim ihtiyar amcaya. Çayı karıştırırken elleri titriyor, dudakları büzülüyordu. Mendiliyle tekrar sildi gözlerini. Çayını içti ve Rabbim’in selâmı ile müsaade isteyerek ayrıldı yanımızdan.

Düşünce idrakini yitirmiş bir hal içinde düşünmeye çalışıyordum. Adamcağız su içerken, çayını yudumlarken hep seni anıyor, seni arıyordu adeta. Sana olan hasretinden ağlıyordu ya Resulullah (asm)! Sana kalben de olsa yakın olmanın verdiği o eşi benzeri olmayan coşkuydu belki de bu gözyaşları. Senin ümmetinden bir kul, nasıl oluyor da seni görmeden, kokunu almadan, mübarek ellerini öpmeden sanki yanı başındaymış gibi seninle yaşıyor. Ben de anlamalıydım bu hakikati, düştüm bu sırrın peşine....

Seni ya Resûlullah (asm), evet seni daha iyi tanımanın yollarını arıyordum. Ashab-ı Kiram’ın hayatından başladım işe. Onların hayatlarını okuyarak sana ulaşmalıydım ya Resulullah (asm)! Değil mi ya onlar seninle yaşamıştı, seni örnek almışlardı. Okudum. Ebû Bekir Sıddık, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Bilal, Sa‘d bin Ebi Vakkas, Hz. Hamza, Abdullah bin Revaha, Ebû Hureyre, Muaz bin Cebel... Hepsini okudum ya Resulullah (asm). Şimdi seni okuyorum. Halık-ı Zü’l-Celâl Rabbim’in sevgilisi, âlemlere Rahmet olan kulu, senin nurunun hürmetine varolan ben, seni arıyorum ya Resulullah (asm)! Ömrümün sonuna kadar her nerede ve ne zaman olursa olsun seni hakkıyla tanıyamayacağımı keşfettim. Hayatım senin hayatını idrak etmeye kâfi değil, affet beni, seni ancak ebedî âlemde temaşa ile teselli buluyor gönlüm.

Onlar seninle açlığa dayanmışlardı. Sen Hendek’te karnına iki taş bağlamıştın! Sa’d bin Ebî Vakkas bir deri parçasını kızartıp açlığını gidermeye çalışırken, Ebû Hureyre kendisi açken bir hurma tanesini annesine saklarken, sen bir avuç arpa ekmeği ile yetinirken biz midemizin doluluğu ile sarhoş olup seni unuttuk çoğu zaman ya Resûlullah (asm)! Affet bizleri… Sen günlerce aç kalarak açlıktan zayıf düşerken, biz açlığın ne olduğunu unuttuk! Hz. Bilal, o kayaların altında yeri göğü Ehad diye inletirken, bizlere ne oluyor ki, senin ümmetine yakışmayan sözleri doluyoruz dilimize… Affet bizi ya Resulullah (asm.)!

Senin doğumun kâinata bir işaretti, bir şerefti. Senin doğumun Ashab-ı Kiram için yeniden doğuştu. Eski ve kokuşmuş âdetlerini bırakıp sana koşmuşlardı. Biz onlardan yıllar sonra geldik, ama biz de sana koşuyoruz, kavuşmak dileğiyle…

Bu âlemde aradım, ancak Nuruna rastlayabildim ey Nurlar Şahı Resûlullah (asm)! Sen Hatemü’l-Enbiya’sın diye akın akın insanlar sana koşarken, bazı yolcular var tahta gemilerle çıkmışlar yola, sana ulaşmak üzereler. Kıskandım ya Resûlullah (asm)! Rabbime ve sana giden bu yolun yolcusu olmak bizlere de nasip olsun inşallah! O yolcuyu görünce titredi gönlüm. Kalbim haykırdı o vakit: Ey dünya! Peygamber sana veda ederken çektiğin ızdırabı anlat. “Vağlemu enne fikum Resûlullah” de!.. Sen ne haldeydin söyle ey dünya! Her zerre onunla vefat etmek isterken? Güneş bile kıskanmıştı seni, Kâinatın Efendisi üzerinde geziyor diye… Denizlerin bir ayrı güzeldi o (asm) varken değil mi? Suların daha bir tatlıydı, daha berrak. Ağaçlar, dağlar, ovalar, bitkiler, kuşlar ve sen ey dünya ne kadar bahtiyardınız!

Usame (ra) seferden döndü, zafer müjdesiyle kavuşacaktı sana ya Resûlullah (asm)! Hz. Fatıma senin için önce ağlamış, sonra senin verdiğin mucizeyle sevinmişti ya Resûlullah! Bizleri de o müjde ile müjdele. Sana kavuşalım ya Resûlullah (asm)! Ölüm, sana o kadar yakışmıştı ki, “vuslat” seninle güzel oldu. Kusva gözyaşlarıyla inlemekteydi. Hz. Ebû Bekir (ra) geldi sana vefâkârca son bir kez baktı derinden, içinde bu hicretinde seninle olamamanın elemiyle....

Yokluğun acısıyla yanan gönüller ve ümmetinin en son halkaları olarak seni çok özledik ya Resûlullah (asm)! Ey Habîb-i Zîşan! Sen de bu âciz kulu bahtiyar et! Yüzünü görmeyi nasip et! Rüyalarda teselli bulan bu ümmetine şefaat eyle ey Sevgili…

Günahlarımın derdiyle, hasretinin yangınıyla, aşkının ateşiyle, sana ümmet olmanın sevinciyle arz ediyorum halimi... Sana gelmek var ölmeden önce. Senin şehrinde nârına yanıp kül olmak var. Sana geldikten sonra bir daha dönmemek var (inşallah). Yanında kalmak var. Ayak bastığın yerlerde olmak var, bastığın yer olmak var. Kıyamete kadar yanında olmak var. Toprağın altından dahi olsa, kokunu almak var ya Resulullah (asm)!

Bu âciz kul sana halini böyle arz etti. Sen, senin ümmetine lâyık olmadığı halde bu şekilde senden şefaat dileyen bu Resulullah âşığının nâmesini geri çevirme. Bu nâme mahşerde senden şefaat isterken dilimdeki Salavat-ı Şerif’in nişanı olsun. Rabbim senin şefaatinle günahlarımı affederse, seninle Cennette vuslata ermek arzusuyla yanıyor şu yüreğim.

Esselâtü vesselâmü aleyke ya Resulullah! Esselâtü vesselâmü aleyke ya Habibullah!

Esselâtü vesselâmü aleyke ya Seyyide’l-evveline ve’l-âhirin, veselâmün ale’l-mürselin.