Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
İki Cihan Güneşi

 

İki cihan güneşi

 

Asım Köksal

 

İki cihan güneşi, Sensin yâ Rasulallah!

Bulunmayan bir eşi, Sensin yâ Rasulallah!

Yaratmıştır nurunu Senin ilk önce Mevlâ,

Yaratmış yeri, göğü... Senin için Yüce Mevlâ!

Kâinât örgüsüne işlenmiş özel adın

Işıkların tuğrası, tuğudur güzel adın!

Tevhid levhasını da, Senin adın tamamlar,

Sevgi gülistanına Senin tadından damlar!

Tevratta, İncil'de Sen, müjdelenen Ahmed'sin

Süryanca Münhamennâ, Kurân'ca Muhammed'sin!

Sana bütün yeryüzü, olmuş namazgah, mâbed

Cihan Peygamberliğin hükümrân ilelebed

Geçmiş peygamberlerden Seninçin ahd alınmış

Ümmetleri adına Sana bağlı kalınmış.

Sensin Kıyamet günü, kabrinden ilk kalkacak,

Arşın sağ yanında da duracak Sensin ancak

Sensin tek efendisi Âdem oğullarının

Sensin en sevgilisi Allah'a, kullarının.

Sensin ahiret günü peygamberler önderi

Rabbin hamd sancağını taşıyan peygamberi

Sensin en şereflisi halkın Allah katında

Peygamberler duracak sancağının altında!

Mahşerde herkes Senin rahmetinin muhtacı:

Sendedir hamd sancağı, Sende şefaat tacı!

Umutsuzlara o gün, umut verecek Sensin

Onların üstlerine kanat gerecek Sensin!

Verilecek sırf Sana makamın en yücesi:

Makam-ı Mahmud ile Vesîle derecesi.

Mahşerde her dileği Sensin kabul olunan

Sensin Hakk'a kulların en yakını bulunan.

Bütün cihan halkıyla tartılsan, fazilette

Daha ağır gelirdin onlardan, Sen elbette.

Gererdin kol kanat Sen, başvuran her âcize

Gösterdiğin olurdu, gerektikçe mucize.

Mucize nurun Senin, parıl parıl yanardı,

Geceleyin görenler onu kandil sanardı.

Aç ve yorgun develer, Sana dert yanarlardı,

Dertlerinin devası belli ki Sende vardı.

En sert başlar karşında uysallık gösterirdi,

Ağaçlar ve taşlar da Sana selam verirdi.

Herşey Senin emrini dinler kabul ederdi,

Sen "Gel!" dersen gelirdi, "Don, git!" dersen giderdi.

Görür gibi ününü, ardını da gururdun,

Hastalığı giderir, gözsüzü gördürürdün.

Geleceğe ait Sen, neyi verirsen haber,

Haber verdiğin gibi çıkardı birer birer.

Kur'ân ile yumuşatan Sendin ancak Ömer'i

Bir işaretle böldün ikiye Sen Kameri

Mütevazi sofranda büyük bereket vardı,

Az nesneler çoğalır, yeter, hatta artardı.

Önünde yemeklerin tesbîhi duyulurdu,

Avucunda çakıllar tesbîhe koyulurdu.

Merhametin, şefkatin ölçüleri aşardı,

Kür kuyular duanla kaynar, dolar, taşardı.

Dua etsen gök gürler, yer yer şimşek çakardı,

Mübarek parmakların çeşme olur, akardı.

Seferlerde orduyu suladığın olurdu

Beldeler kuraklıktan duanla kurtulurdu.

El atsan arık davar sütlenir, süt verirdi

Manevî heybetinden krallar ürperirdi.

Besmeleyle saçtığın bir tek avuç toprağın

Ederdi bir orduyu, tedirgin, darmadağın!

Mekke'deyken bir gece, tüm gökleri dolaştın,

Melekût âleminin doruğuna ulaştın!

Beşeriyyet kaydını kırdın, aştın orada,

Bin bir tecellîlerle karşılaştın orada!

İlâhî iltifatla, hitapla dolup taştın,

Şirksiz bir yaklaşımla Mevlâ'na Sen yaklaştın!

İsrâ ve Mi'râcınla kıldı Seni Hak mümtaz,

Ümmetinin mi'râcı, oldu beş vakit namaz.

Kur'ân, Senin en büyük, en devamlı mucizen,

Verdin ona güre Sen herşeye gerçek düzen.

İlâhî kitaplığın kutluluğu ondadır,

Dünyanın, ahiretin mutluluğu ondadır.

Gece gündüz okunan İlâhî kitap Kur'ân,

Hayrandı dün de ona, bugün de herkes hayran.

Gerçekledi o ancak Batının rüyasını

Hayretlere düşürdü ilim-fen dünyasını.

Edindin her hususta Kur'ân'ı Sen tek rehber

Okudun, okutturdun onu herkese ezber.

Yürürdün hak yolunda dosdoğru, yol açıksa

Asla geri dönmezdin cihan karşına çıksa.

Başladığın bir işi, bırakmazdın yarıda

Bulunurdun herkese bu yolda uyarıda.