Mescid-i Nebevî'de
(Peygamber Mescid'inde)
Ayin Yapan Hıristiyanlar
Cumhuriyet Üniv., İlahiyat Fak.,Öğr. Üyesi
Somuncubaba dergisi Nisan 2006 sayısından iktibas edilmiştir
Kutsalı
ve değerleri yok sayan, küçük gören ve görünen âlemden dışlayan modern insan,
bunun faturasını çok ağır bir şekilde ödemektedir. Çünkü fizik ve madde ötesini
bilmeyen, algılamayan insan için, yaşanan dünyadaki her eylem meşru ve makuldur.
Bu halin sonuçları ise, kan, şiddet, savaş, intihar, yalnızlık ve yabancılaşma
gibi düşünen ve düşünmeyen canlı ve cansız her varlığı yok eden küresel
sorunlardır.
Aşkınlığın alanına saygı göstermeyen, insana da saygı duymaz. Yaşanabilir bir
yerküre için inanç ve değerler taciz ve saldırılardan korunmalıdır. Bu husus,
insan(lığ)ın evrensel görevidir. Aksi taktirde binlerce yıldır süren insanın
kendi türünü yok etmesi ve ortadan kaldırması kaçınılmaz hale dönüşmektedir.
Müslümanlar, bu özelliklerini tarihî tecrübeleriyle, gerek yazılı, gerek sözlü,
gerekse uygulamalı olarak ispatlamışlar ve dünyaya göstermişlerdir. Örneğin
hassasiyetleri sebebiyle, Hindistan Müslümanları, Hinduların kutsalını yok
saymamak için, kurban olarak inekleri tercih etmemişlerdir. Hakikatte
Müslümanları böyle hassasiyetlere iten sebepler, Hz. Peygamber’in (sav)
uygulamalarında aranmalıdır.
Hz. Peygamber, başka din mensuplarına karşı da hoşgörü göstermiş, onlara saygı
dairesinde muamele etmiştir. Bu çerçevede hicretten sonra Medine’de müşrik
Araplar ve Yahudilerin de dahil olmasıyla insanlık tarihinde ilk anayasa
örneklerinden –belki de ilki- Medine Sözleşmesini imzalamış ve hayata
geçirmiştir. Sözleşmeyle Müslüman olmayanların inanç, fikir, can ve mal
güvenlikleri teminat altına alınmıştır.1
Dinlerin Özgürleştiği Coğrafya
Nitekim
Yahudiler, Hristiyanlar, Sâbiîler, Mecusîler ve diğer din mensupları (zımmî),
cizye (koruma) vergisi ödeyerek İslâm’ın koruyucu şemsiyesi altında yüzyıllarca
can, mal kaygısı taşımadan inanç özgürlüklerini en son sınırlarına kadar
kullanmışlardır. Böylece Müslümanlar, içlerinde barındırdıkları toplumların
inanç, dil, din, renk ve yerel özelliklerini muhafaza etmelerine fırsat vererek
yaşlı dünyaya benzersiz bir model sunmuşlardır.
Hz. Peygamber (sav) döneminde, ana merkez Medine’de Yahudiler bulunmaktadır.
Burada ilginç bir anekdotu belirmek yerinde olacaktır. Allah’ın Resûlu (sav)
vefat ettiğinde, şehirdeki bir Yahudiden aldığı borç mukabili, zırhı emanette
durmaktaydı. Bu örnek te ispatlamaktadır ki, Müslümanların devlet kurumlarının
bulunduğu bir şehirde, devlet başkanı (ve aynı zamanda peygamber) tebaası
içerisindeki farklı bir inanç sahibi insandan, gasbetmeden ve zorbalıkla el
koymadan borç alıyor ve buna sadakat gösteriyor.
İşte bu küçük, ancak anlamlı ve derin olayda yaşadığımız çağın küresel şiddet ve
güç mekanizmalarının elde edeceği (eğer “akledebilirlerse”) sayısız kazanımlar
mevcuttur.
Farklı din ve inanç temsilcileri, sadece Hz. Peygamber’in (sav) yaşadığı şehirde
bulunmamışlar, bunun yanı sıra Hayber, Vâdilkurâ, Fedek, Maknâ ve Teymâ’da
Yahudiler; Eyle, Ezruh, Dûmetülcendel ve Necrân’da Hıristiyanlar; ayrıca Hecer
ve Bahreyn’de kısmen Mecusîler, etnik ve bölgesel kimliklerini koruyarak,
özgürlüklerini ve inançlarını devletin himayesinde sonuna kadar
kullanmışlardır.2
Yabancı Heyetlere Uygulanan Protokol
Hz. Peygamber döneminde, adı geçen yerler ve bunların dışında kalan
coğrafyalardan gruplar halinde elçiler ve heyetler, kutsalın ikinci merkezi
Medine’ye ziyaretlerde bulunurlardı. Gelen heyetler, bazen on günden fazla da
kalabiliyorlardı ki, Abdurrahman b. Avf, Muğire b. Şube, Ebû Eyyubü’l-Ensarî ve
Ensardan bazı kimselerin evleri, onlara tahsis edilirdi. Bunlara ek olarak
Mescid-i Nebevî’nin etrafındaki ilim tahsil eden Ashab-ı Suffe’nin kaldığı
yerler ile Mescid’in yakınlarına kurulan bir çadır, gelen ziyaretçiler için
hazırlanırdı. Hz. Peygamber, görüşmeye gelenlerin bazılarına, emânnâme ve
ahidnâme (yazılı emir ve talimat, bazı şahıs ve gruplara tanınan hak ve
imtiyazları, yabancılarla yapılan anlaşma hükümlerini içeren belge) ve onlara
tahsis edilen arazileri bildiren resmî evrak verirdi. Bazı bölgelere de
kendileri içinden valiler tayin ederdi. Yine Kutlu Elçi, Müslümanlara zekat
memurları gönderirken, Hıristiyan olarak kalanlara da cizye tahsildarları
görevlendirirdi. Aslında gelen bu resmî heyetler, tüm Arap yarımadasının, Hz.
Muhammed’in (sav) peygamberliğini ve hakimiyetini kabul edişinin birer kanıtları
durumundaydılar.3
Necran Hıristiyanları
Bazı
zamanlar da, Allah’ın Son Peygamberi, ülkelere ve kabilelere, İslâm’ı kabul
etmeleri için mektuplarla çağrılarda bulunurdu. İşte Allah’ın Resûlü, bu davet
mektuplarından birisini de Necrân Hıristiyanlarına göndermiştir:
“Muhammed’den Necrân Papazlarına: İbrahim, İshak ve Yakub’un Allah’ının adıyla!
Gerçekten de ben sizi yaratıklara tapmaktan, Allah’ın kulluk ve ibadetine davet
ediyorum ve sizi yaratıklarla yapılmış olan ittifak anlaşmalarının ötesinde,
Allah ile ittifak anlaşması yapmaya çağırıyorum. Bu duruma göre şayet reddedecek
olursanız, cizye gelir; şayet cizyeyi de reddecek olursanız, size harp açarım.
Ve’s-Selâm.” 4
Nihayet Necrân Hıristiyanlarından bir grup temsilci Medine’ye ziyarette bulundu.
Allah Elçisi’nin ibadet hürriyeti konusunda gösterdiği toleransın bir örneğini
bu esnada görmek mümkündür:
“Hıristiyan Necran heyeti bir ikindi vakti Medine’ye gelerek Mescid-i Nebevî’ye
girmişlerdir. Hz. Peygamber ashabı ile henüz ikindi namazını kıldığı sırada
ibadet vakitleri gelen Hıristiyanlar doğuya yönelerek ibadet etmeye
hazırlanmışlardır. Bazı sahabiler onların ibadet etmesini engel olmak
istemişler, fakat Hz. Peygamber onların serbest bırakılmasını ve ibadetlerini
yerine getirmelerine müsaade edilmesini emretmiştir.”5
Necrânlıların temsilcileri ve onların başpiskoposu Ebû Harise b. Alkame, Hz.
Peygamber (sav)’e sorular yönelttiler. O da bunlara vahiyle cevaplar verdi. Bu
müzakereler yapıldığı anda şu ayetler nazil oldu:
“Ey ehl-i kitap! Bizimle aranızda müsavî (ve âdil) olan bir kelimeye gelin,
(şöyle) diyerek: ‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş
tutmayalım; Allah’ı bırakıp da birbirlerimizi Rabler edinmeyelim’ (Buna rağmen)
eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun biz muhakkak
müslümanlardanız’”6. Allah’ın Elçisi’nin Necrânlıları İslâm’a davetine, onlar
“zaten Müslüman olduklarını” söyleyerek cevap verdiler. Hz. Muhammed (sav) de,
İsa ve Haç’a taptıkları müddetçe Müslüman olamayacaklarını izah etti. Ebedî
mutluluğa
ulaştıracak bu davete olumlu cevap vermemeleri üzerine, Necranlılar, tarafların
yalancılar üzerine lanetleşeceği heybetli toplantıya (mübahele) çağrıldılar.
Kadîm Kelâm, bu hususu şöyle aktarır: “Artık sana gelen bunca ilimden sonra,
onun hakkında seninle ‘çekişip tartışmaya girerlerse’ de ki: ‘Gelin oğullarımızı
ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de, Allah’ın lanetinin yalancılara
olmasını dileyelim”7
Ancak Necrânlılar, bu teklifi kabul etme hususunda cesur davranamadılar ve onun
yerine haraç ödemeyi kabul ettiler. Karşılığında Hz. Peygamber (sav) ibadet ve
inanç hürriyetlerini, can, mal ve onurlarını yasal güvence altına alan bir
mektup verdi.8
Tüm insanlar için din ve ibadet özgürlüğünün daimî bir savunucusu ve
uygulayıcısı olan İslâm Peygamberi’nin bu vasfı, bahsi geçen Necran
Hıristiyanları’yla yaptığı antlaşmanın muhtevasında çok açık bir şekilde
gözükmektedir. Bu antlaşmanın metninin din ve inanç alanında sağladığı hak ve
özgürlüklere, henüz çağdaş dünyanın gelişmiş ülkelerinin bile tam anlamıyla
ulaştığını söylemek güçtür. Şimdi bu antlaşmanın bazı maddelerine bakalım:
“…Necranlılara ve çevresindekilere, canları, malları, dinleri, kiliseleri,
rahipleri, piskoposları, hazır bulunanları ve bulunmayanları, elleri altındaki
az yada çok malları konusunda hem Allah’ın hem de Peygamber’inin zimmeti
(koruması) vardır. Piskoposları, vâkıfları, rahipleri görevinden alınmayacaktır.
Savaşa çıkmaya zorlanmayacaklar, öşür (gümrük) ödemeyeceklerdir. Topraklarına
ordu ayak basmayacaktır. Hak talebinde bulunan olursa, Necran’da adaletlice
hüküm verilecektir.…Onlara düşen sadakat ve yükümlülüklerinde çaba içinde
olmaktır. Zulme ve baskıya uğramayacaklardır…”9
Yakılan Hristiyanlar Anısına İnşâ Edilen Câmi
İslâm gelmeden önce, Necrân Hıristiyanları’nın yaşadığı şehir, ticarette
gelişmiş, zengin bir yerleşim merkeziydi. Dokuma ve dericilik sanayi ileri bir
seviyede bulunan bu halk, Yahudi kralı Zûnuvâs tarafından büyük zulüm ve
işkencelere maruz kalmıştı. Zalim kral, Necrân’ın Hıristiyan halkını, büyük ateş
çukurları açtırarak diri diri yakmıştır ki, Kur’ân bu hüzünlü kadîm olaydan
bahseder.10
Muhammed Hamidullah’ın ifadesine göre, “Günümüzde buralarda seyahat eden
kimselerin verdikleri bilgilere göre, Medînetu’l-Uhdûd’un (Çukurlar Şehri) ve
Hz. Ömer’in, Hıristiyanlık uğruna yakılan bu insanların hatırasını yadetmek
üzere burada inşâ ettirdiği câminin harabeleri hâlâ insana hürmet hissi telkin
etmektedir.”11
Şu halde Medine İslâm Devleti’nin kuzeyinde Suriye’de güneyinde Yemen ve
Necrân’da yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar, İslâm’ı kabul etmediler;
anlaşmalar yaparak koruma vergisi cizye ödemeyi tercih ettiler. Bunun sonucunda
can, mülk ve inançları güvence altında yüzyıllarca sulh içinde yaşadılar.12
Bununla birlikte Müslümanların dışındaki tebaânın, İslâm coğrafyasındaki hak,
hukuk ve adalet uygulamalarından memnun oldukları görülmektedir. Yemen’de
yaşayan Necrân Hıristiyanları’nın, İslâm Devleti’yle yaptıkları anlaşmanın
boyutları daha sıcak bir ilişkiye dönüşmüştür. Onlar, doğrudan Allah’ın
Resûlü’ne baş vurarak anlaşmazlık hususlarında İslâm adaletine teslim olmuşlar
ve Hz. Peygamber’den şöyle bir talepte bulunmuşlardır:
“Bizim para ve nakit ile ilgili ihtilaflarımızı çözmek üzere senin sahaben
arasından seçeceğin herhangi bir kimse bizim aramızda hâkim olarak hizmet
görecektir. Zirâ biz bu hususta size itimat etmekteyiz.” Necrânlıların güven
telkin eden bu talepleri, Hz. Peygamber’in Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı onlara
göndermesiyle karşılık bulmuştur.
O dönemde ulaşılmış noktalar da göstermektedir ki, adalet ve inanç savaşçıları,
bu amaçlarını İslâm coğrafyasındaki yönetimleriyle ispatladılar. Nitekim
Allah’ın Sevgilisi’nin vefatından sonra Bizans’a karşı başlayan hareket sonucu,
Suriye fethedilmiştir. Fetihten on beş yıl sonra bir Nesturî papazın şu sözleri
yukarıda ileri sürülenlerin gerçekliğini kanıtlamaktadır:
“Allah’ın kendilerine bizim şu günümüzde hâkimiyet ettiği Tay’lılar (yani
Araplar), kezâ bizim efendilerimiz oldular; fakat onlar Hıristiyan dini ile hiç
savaşmadıklarından başka, bizim imanımızı da müdafaa etmekte, din adamlarımıza,
ulularımıza hürmet etmekte, bizim kilise ve manastırlarımıza bağışlarda
bulunmaktadırlar.”13
Hz. Peygamber’in (sav) Necran Hristiyanlarıyla Yaptığı Antlaşma
Yine Hz. Peygamberi’in ismi geçen Necrân Hıristiyanlarıyla yaptığı antlaşma, her
şeye ve her pahasına dünyayı ellerine geçirmeye çalışan küresel güçlerin alması
gereken bir çok dersleri içinde barındırmaktadır. Şimdi üçüncü bin yılın
ülkeleri ve devlet başkanları için birer ilkeler dizisi olan antlaşma
maddelerini birer birer ele alalım:
Necrân halkı, her yıl cizye olarak iki bin elbise ödeyecekler. Bununla birlikte,
tayin edilen sabit orana uygun olarak her çeşit meyve, tahıl ve hayvandan cizye
ödeme yükümlülüğündedirler. Ayrıca onlardan zırh, deve, at veya eşya cinsinden
her ne olursa, tespit edilen nispette alınacaktır. Yemen’le Müslümanlar arasında
savaş halinde Necrân halkı belirlenen oranlarda zırh, at ve deve vereceklerdir.
Onlardan ödünç alınan şeylerden meydana gelebilecek herhangi bir kayıp, İslâm
Devleti tarafından tazmin edilecektir. Necrân halkının ve mahiyetinde
bulunanların canları, malları ve inançları Allah’ın Resûlü’nün himayesi
altındadır.
İbadet yerleri ve dini özgürlükleri muhafaza edilecektir. Piskoposlardan,
rahiplerden ve savaş kaçkınlarından hiç kimsenin yeri değiştirilmeyecektir.
Mülkiyetleri her türlü gelişmeye karşı değiştirilmeyecektir.
Faiz alıp vermeye ve kan davaları gütmeye hakları yoktur. Necrân halkından
birisinin hak talebinde bulunması halinde, mesele aralarında adaletle
çözümlenir. Ne zulüm yapmalarına ne de zulme uğramalarına müsaade edilmez.
Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra, faiz (riba) yiyenden zimmet (koruma ve
himaye) kalkar, başkasının zulmü sebebiyle kimse yakalanmaz. Ve tüm yazılanlar,
Allah’ın ve Resûlü’nün koruma ve himayesi altındadır.14
Son Peygamber’in Necran Piskoposu el-Hâris b. Alkame’ye Verdiği Emannâme
Hz. Peygamber’in Necrân Piskoposuna verdiği emannâme tarihî değerinin yanı sıra
evrensel insanî ve vicdanî ilkeleri taşıması sebebiyle kayda değerdir:
“Peygamber Muhammed’den piskopos Ebû’l-Hâris’e ve Necran piskoposuna,
kâhinlerine, onlara tabi olanlara ve ruhbanlarına:
Ellerinin altındaki az ya da çok malları, kiliseleri, manastırları, ruhbanlık
merkezleri Allah’ın ve elçisinin zimmetindedir (korumasındadır). Hiçbir
piskopos, rahip ve kâhin değiştirilmez. Hiçbir hakları, yetkileri ve
bulundukları durumları değiştirilmez. Borçlarını yerine getirdikleri, haksızlık
yapmadıkları ve zâlim olmadıkları sürece (bu konuda) ebediyen Allah’ın elçisinin
zimmeti (koruması) vardır.”15
O halde başlangıçta ve sağlığında, Hz. Peygamber tarafından Müslüman olmayan
toplumlara sunulan hak ve özgürlükler, o kadar kapsamlı ve insanîdir ki, bu
husus, bizzat himaye gören muhataplarınca dillendirilmiştir.
Hz. Peygamber’in (sav) uygulamalarının kalıcılığı ise, ondan sonra gelen Abbasî,
Endülüs ve Osmanlılarca âdil ve eşit bir şekilde en geniş hatlarıyla devam
ettirilmiştir. İslâm dünyasının maddî ve manevî zenginliği de bu yönetim
felsefesinde gizlidir. Bu anlamda Kutsala ve insana saygı gösterenler, erdem ve
değerleri beşeriyete öğreten toplumlar ve ülkeler olacaktır. Kadîm, onların
olduğu gibi, gelecek te onların olacaktır.
* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Öğretim Üyesi. bacetink@cumhuriyet.edu.tr
DİPNOT
1- Bu Medine Kent Devletinin Anayasası’nın belge ve metni için bkz. Muhammed
Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî
Belgeleri, çev: Vecdi Akyüz, İstanbul 1997, 63-73.
2- İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003, 315-316; Ahmet
Özel, “Gayri Müslim”, DİA, XIII, 420.
3- Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 356.
4- Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, Ankara 2003, I, 619;
krş. Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî
Belgeleri, 194.
5- Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, Ankara 2003, I, 920; Sarıçam,
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 278.
6- Âl-i İmrân, 64.
7- Âl-i İmrân, 61.
8- Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi, II. baskı İstanbul 1996, I, 478.
9- Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî
Belgeleri, 194-198.
10- Bürûc, 4 vd; İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, tah: Mustafa es-Sakka,
İbrahim Ebyârî, Abdülhafîz Şelbî, Mısır trz, 34-36; Hamidullah, İslâm
Peygamberi, I. 618.
11- Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 628.
12- Rahman, Sîret Ansiklopedisi, I, 463.
13- Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 919-920 (naklen; Esmânî (Assemani) Bibl,
Orient, III, 2, s. XCVI)
14- Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî
Belgeleri, 194-198; krş.Rahman, Sîret Ansiklopedisi, I, 443-444.
15- Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî
Belgeleri, 198-199.
Bayram Ali etinkaya |
|
|
Seçme Şiirler |
Adsız |
Ey Allahın Resulü(A.S.M.) |
Hakk Azizi |
Sevgili |
Sevgili - 2 |
Ta'rif-i Muhammedî Aleyhisselatu Vesselam |
Yâ Resulallah |