NA’T
AHMET EFE (1955)
Esselâm ey Ahmed-i Muhtâr olan son Nebî Esselâm ey menbağ-ı esrâr olan son Nebî Esselâm ey gül yüzü Yûsuf’u hayran eden Esselâm ey her ismi ezkâr olan son Nebî
Küfrün dudaklarında bir kanlı yılandı “La!..” Nefsi bir serkeş attır fuhşiyâta müptelâ O kararmış kalplere yağmakta binbir belâ
Biz Elest Meclisi’nde çok şükür “Belâ” dedik Onlar “La” deyip durdu, bizse hep “illâ” dedik
Duymaz sağır kulaklar Hayya’lel felâhını Sana karşı doğrultur en korkunç silahını Ve koşar karatmaya gayz ile sabahını
O koşsun, aydınlığın nûru mahvetsin onu Ebedî hüsran olur şirkin ve küfrün sonu
İzinden gitmeyenler İblis’e yâr olurmuş Yurdu harab u türap ve tarumâr olurmuş Gayyâ çukurlarında her yanı nâr olurmuş
O ateş bir şey değil hasretinin yanında Yokluğunun mâtemi inliyor figânında...
Bir zulüm ki âlemi virâne kılmaktadır Ve âlem kahreyleyen figâne dalmaktadır Gülizârı haraptır, gülşeni solmaktadır
Gel, gülşene cân katan bülbüller misâli gel Gel ey güzelliklerin tümünden daha güzel.
Savrulur zulmün oku, saplanıp kalbi deler Bürümüşken ufkunu kapkaranlık gölgeler Cân yurdunu târumâr ederken zelzeleler
Şükür ki âlemlerin nûru Mustafa doğdu Biçâreler gönlüne ebedî safâ doğdu
Ne mutlu eteğinden tutunmuş bîçâreye Melhem O’dur onulmaz sanılan her yâreye Müjdelerle ses verir gönlü binbir pâreye
Müjdeler ki: İnanmış gözler ol şahı görür Önce binbir tecelli, sonra Allah’ı görür.
Her yanda bâd-ı sabâ aşkına yelpazedir Asırlar geçse dahi sevgisi taptazedir Unutulmaz ne Hayber, ne Uhud, ne de Bedir
Hem savaş, hem rahmetin Peygamberi Sensin, ey Âlemin cânı Nebî, bu sevda en büyük şey...
Cana can katmak için Tevhid gelir en önce Gayrısı yokluk, serap, gayrısı ölüm bence Uğrunda razıyım ben tatmaya bin işkence
Şu Habeşli kölenin feryadı dahi cihad Zulmeti paramparça dağıtır bir tek “Ahad!”
Hasretinin yolunda sebil ettim şu cânı Bin cihana değişmem sohbetinde bir ânı Seni anlatmıyorsa neyleyeyim lisânı
Seni sevmeyen gönlün taş yürekten farkı ne? Sani anmayan dilin engerekten farkı ne?
Cümle zerrât-ı cihan nûruna pervânedir Misli yok, ziyasının cevheri bir tanedir Gelişi Rahim’dendir, gidişi Rahmânedir
Her lahza görmek ister şu cânım cemâlini Mümkün mü bir Na’t ile vasfeylemek hâlini...
Ey meydan-ı gazada merhametin menbağı Ey Hicret yollarının erişilmez çerağı Ey Nübüvvet nûrunun cevheri, öz kaynağı
Yollarına serpilen güllerdir, gönüllerdir Şu sönmeyen ışıklar yaktığın kandillerdir
Sultanu’l-enbiyâ’sın nübüvvet tâcı Sende Gönüller dermanısın, derdin ilâcı Sende Ebedîlik yolunun soylu mirâcı Sende
Koşmaktayım izinden Mecnun gibi yâreli Yüreğim avcumdadır, derdi binbir pâreli...
Hem Haşimî, Kureşî, dahi Arabî Sen’sin Nebîler ardındadır en önde tabiî Sen’sin Nübüvvet gülşeninde misilsiz Nebî Sen’sin
Sensin elbet dindiren her efgânı, her âhı Sensin Ceza Günü’nde cânın istinatgâhı
Nûrunla aydınlanır bildim ki arş u zemin En kanlı düşmanların dilinde ismin “Emîn” “Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-âlemîn”
Ayetinde buyrulan sevginin mazhârı Sen Sensin gönül yurdunun solmayan gülzârı Sen!.
Ne çıkar yollar uzun ve menzilin ıraksa Mesafeler konuşmaz küheylanın Burak’sa Bin şükürle murada erdi Mescid-i Aksa
Bu gelen erişilmez Mirâc’ın sahibidir Hatemu’l-Enbiya’dır ve tâcın sahibidir...
Boyun büküp gönlünün kulağına dayarsan Gökyüzünde söylenen bir ilahî duyarsan Her biri ashabıdır, yıdızları sayarsan
Ashabı yıldızlara benzeyen güzelliktir Bir olgun meyve misli canlılık, tazeliktir.
Seyrana çıkmaktadır çölünde ceylanların Ödü Sensin meydan-ı gazada arslanların Şehâdet isteğiyle coşmuş küheylanların...
Aşkınla taşlar dahi yakuta döndü birden Dönerdin her seferde müjdelerle zaferden...
Dünyamı kuşatmakta hasretin yedi rengi Bulunmaz, bilmekteyim alemde O’nun dengi O’na muhtaç bilirim şi’rimdeki ahengi
Bir lokmayı kuşlarla bölüştüm O’na geldim... İslâm’ın izzetiyle buluştum, O’na geldim.
Tevhîd’e eklemiştir ismini Levh u Kalem Tâğut’a engelim Sen, ağyâra Sen’sin kalem Sensin Hamd Sacağı’nın burcunda yüksek alem
Sevgin çorak gönlüme rahmetler misli yağsın Sen Ahmed i Mahmud u Muhammed Mustafa’sın.
Hele çıksın karşına küfr ile, tekfir ile Zulmü zelîl edersin gelse bin tedbir ile Meydan-ı gazâların ses verir tekbîr ile
Melekler bir ağızdan der ki: “Allahuekber!..” Yerle bir etmektedir şirki, “Allahuekber!..”
Yak artık rûhumuzda sevdânın çerağını Gel artık bin sevinçle doldurup Nûr Dağı’nı Parçala ellerinle her zalâmın ağını
Ruhumdaki dermanı veren can soluğum Sen Ebedî ölmem artık eksilmez ise gölgen...
Bir kıyas kabul etmez, belki de gelmez dile Hüsnünün karşısında Yûsuf’un hüsnü bile Ruhusun aydınlığın ta ezelden ezele
Nûrundur aydınlığın rûhuna can soluğu Öğrenir Sen’den âlem, Allah’ına kulluğu...
O sonsuz denizlerin sevdası kalbindedir Ey Nebî, kızgın çölün vahası gölgendedir Bir katresi bin ummân ab-ı hayât sendedir
Mecnunlar koşar gelir, Leylâlar koşar gelir Yâsîr’ler, Sümeyye’ler, Hamza’lar coşar gelir.
Dermanı bulunmazdı rûhumdaki yârenin Menbağı olmasaydın doğacak her çârenin N’olurdu hali acep elinden bîçârenin
Mübarek ellerinle tutmasaydın ey Nebî Şefkatli kervanına katmasaydın ey Nebi?
Can yeşili bir kubbe üstünde ak güvercin Tâif’den döner gelir, dilinde Sure-i Cin Ebediyyen muzaffer Dîn-i İslâm-ı Mübîn
Sebil etmiş uğruna öz cânını ehl-i dîl Kâfirler üflese de sönmeyecek bu kandil...
Esselâm ey Rahmet-i Rahmân olan son Nebî Esselâm ey dertlere dermân olan son Nebî Esselâm ey kulları bin şâha bedel Resûl Esselâm ey her sözü fermân olan son Nebî.. |
Seçme Şiirler |
Adsız |
Ey Allahın Resulü(A.S.M.) |
Hakk Azizi |
Sevgili |
Sevgili - 2 |
Ta'rif-i Muhammedî Aleyhisselatu Vesselam |
Yâ Resulallah |